Geçenlerde TUSİAD’in ‘neden ‘’ bu büyüme hızı Türkiye için tehlikeli ‘’ demesinin nedenleri . Büyüme oranını hesaplarken ilk olarak vatandaşın harcamasına bakılıyormuş, çekilen krediler, mortgage vs. en önemli kalemmiş. Son 6 ayda %10,2 büyürken ortalama vatandaşın maaşı sadece %2 artmış. Büyüme hızı = harcama , borçlanarak çok para harcadık diye sevinen tek ülkeyiz herhalde.
Büyüme hızında Avrupa’da lider, dünyada ise ikinci. Ancak vatandaş için her büyüme rakamı açıklandığında gündeme gelen temel soru değişmiyor: Bizim payımıza ne düştü?
2011’in ilk yarısındaki büyüme yüzde 10,2 gibi yüksek bir hızda oldu. Ekonominin toplam hacmi 1.2 trilyon liraya ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 10 bin 783 dolar. Altı ay önceye göre Türkiye’de yaşayan herkesin gelirinde 815 dolarlık bir artış oldu. İşte tartışma yaratan konu da bu gelirin doğrudan cebe girip girmediği. İlk olarak büyümede vatandaşın geliri değil, harcamasına bakılıyor. Bu da büyümeden vatandaşın payına ne düştüğünü anlamayı zorlaştırıyor. Bu nedenle büyümenin ücretli çalışanlara etkisinin ne olduğunu görmek için onların hayatını direkt etkileyen verilerin altı aylık seyrine bakmak gerekiyor. İlk gösterge elbette net ücretler.
Ücretler yaya kaldı
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) istatistikleri ücret bakımından sağlam bir veri. Türkiye’de 10 milyon 771 bin 229 zorunlu sigortalı çalışan var. Bunların ortalama ücreti altı ayda yüzde 2 arttı. Peki bu artış herkese yansıdı mı? Yanıt olumsuz. 1 milyon 121 bin 29 çalışanın ücretinde küçük bir değişiklik bile yok. 1 milyon 304 bin 299 kişinin ücretinde ise yüzde 1 ile 13 arasında azalma yaşandı. Artış 8 milyon 345 bin 901 çalışanın ücretine yansıdı. Bu noktada yeni soru, bu artışın temel ihtiyaçları karşılamaya yetip yetmediği. Bunu görmenin en kestirme yolu enflasyona bakmak.
2010’un aralık ayına göre, temel mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 3,43 yükseldi. Ücretli çalışanların refahında enflasyonun ana kriter olduğu dikkate alınırsa, 6 milyon 786 bin 267 çalışan enflasyona ezilmiş durumda. Bu tablo, ailelerin vazgeçemediği harcama kalemleri göz önüne alındığında biraz daha ağırlaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) refah, yoksulluk ve enflasyon gibi hesaplarda baz aldığı ailelerin her ay 100 lirasını nereye harcadığını gösteren Tüketim Harcamaları Anketi, gelirle fiyatlar arasındaki adaletsizliği özetliyor.
Aileler aylık olarak kazandıkları her 100 liranın 22 lirasını gıdaya, 27 lirasını konut ve kiraya, 15 lirasını ulaşıma, 2 lirasını eğitime, 6 lirasını ev eşyasına, 5 lirasını giyime, 4’er lirayı da haberleşme ile alkol ve tütüne harcıyor. Geri kalan para çeşitli mal ve hizmetlere gidiyor. Bu temel kalemlerdeki altı aylık fiyat artışları da şöyle: Gıda yüzde 0,03, giyim yüzde 9,9, konut yüzde 2, ulaştırma yüzde 6,9, eğitim yüzde 3,3. Dolayısıyla her 100 liranın 63 lirasının ayrıldığı temel ihtiyaçların fiyatı ücretlerin üzerinde artmış. Gelir ve fiyatlar böyleyken vatandaşın harcaması ne oldu?
Gelir-tüketim uçurumu
Harcamalar büyüme rakamında vatandaşın ekonomik durumunu gösteren tek gösterge. Vatandaşın ilk yarıda gıda harcaması yüzde 8, giyim yüzde 17, konut masrafı yüzde 4, ulaşım yüzde 16, eğitim yüzde 6, mobilya harcaması da yüzde 16 yükseldi. Toplam tüketimdeki artış yüzde 10 civarında. Yani ücret artışının 5 katı, fiyat artışının ise 3 katı tüketim büyümesi söz konusu.
İşte ‘Büyümeden bize düşen ne’ sorusunun yanıtı gelir ile tüketim arasındaki bu boşluğun nasıl doldurulduğunda gizli. Türkiye’nin yüzde 10,2 büyüdüğü altı ayda tüketici kredisi yüzde 21,1, konut kredisi yüzde 16,5, taşıt kredisi yüzde 16, ihtiyaç kredisi yüzde 28,6 yükseldi. Özetle dünyayı kıskandıran rekor büyüme, vatandaş açısından tatmin edici bir gelir değil, o geliri aşan ciddi bir tüketme gücü anlamına geliyor.