havadan sudan
1 Kasım 2012 Perşembe
Utanmaz bir aile
Yabancı sit-com'lara tutkum aşikar, evinde hatırı sayılır kalınlıkta bir dizi arşivim var fakat hayatımda ilk kez neredeyse gün aşırı yeni bölümünün yayınlanıp yayınlanmadığını kontrol ettiğim bir dizi var : Shameless
İngiltere'de çoktan 5 sezonu deviren bu dizinin Amerikan versiyonunu izliyorum ve ilk kez bir dizinin kopyasının ( remake ) orjinalinden daha güzel olduğunu söyleyebilirim.
Frank Gallagher ve ailesi o kadar dipte ki belki de insana umut aşıladığı için seviyorum bu diziyi ( halimize şükretmek gibi bir şey )
1 Şubat 2012 Çarşamba
fırsatçılık !!
Grupfoni sitesinde bir fırsat ilanı : Şişli Eskidji Suites'de 1 gece 2 kişi konaklama, kahvaltı ve odaya meyve ikramı dahil 710 tl yerine 229 tl.
http://www.grupfoni.com/Tatil-firsatlari/eskidji-suites-sisli-8
Otelin fırsatsız fiyatlarına bakmak için www.booking.com 'a giriyoruz ve aynı odayı 95€'ya tutabileceğinizi görüyoruz ( yine kahvaltı dahil) , 95 euro'nun bugünkü döviz kurundan tl karşılığı yaklaşık 224 tl , yani 5 tl daha az ödüyorsunuz ve fırsat sitesinden gelen kişilere yaptıkları kötü muameleye de maruz kalmıyorsunuz.
Fırsat sitesine sormak lazım, otelin normal fiyatı 710 tl derken acaba odaya ekstra meyve tabağını mı 486 tl olarak hesapladınız?!! Fırsat sitelerinin Türkiye'de düşüşte olmasının nedenlerinden biri de yanıltıcı ilanlar , özellikle hizmet sektörüne yönelik ilanlarda ilgili işletmenin gerçek fiyatlarına bakmakta yarar var.
http://www.grupfoni.com/Tatil-firsatlari/eskidji-suites-sisli-8
Otelin fırsatsız fiyatlarına bakmak için www.booking.com 'a giriyoruz ve aynı odayı 95€'ya tutabileceğinizi görüyoruz ( yine kahvaltı dahil) , 95 euro'nun bugünkü döviz kurundan tl karşılığı yaklaşık 224 tl , yani 5 tl daha az ödüyorsunuz ve fırsat sitesinden gelen kişilere yaptıkları kötü muameleye de maruz kalmıyorsunuz.
Fırsat sitesine sormak lazım, otelin normal fiyatı 710 tl derken acaba odaya ekstra meyve tabağını mı 486 tl olarak hesapladınız?!! Fırsat sitelerinin Türkiye'de düşüşte olmasının nedenlerinden biri de yanıltıcı ilanlar , özellikle hizmet sektörüne yönelik ilanlarda ilgili işletmenin gerçek fiyatlarına bakmakta yarar var.
19 Aralık 2011 Pazartesi
atanamayan öğretmenler
Senede 2-3 ay tatil yapıp, ders saatini ayarlayıp bazen haftada 3 gün çalışıp, neredeyse devlet hastanesinde çalışan bir doktor kadar maaş alan ve bunun üstüne ' kutsal meslek ' icra ettiği iddaa edilen (ki bence doğru ! ) öğretmenlere bu konuda biraz haksızlık yapılıyor çünkü ders saatleri dışında da bir sürü hazırlık gerektiren, omuzlarına 50-60 öğrencinin sorumluluğunu yükleyen bir meslek bu.
Bunun dışında asıl anlamakta zorlandığım olay, yeri geldiğinde bir işletme, uluslararası ilişkiler veya en basit bir mühendislik bölümüne bile kıyasla kazanılması çok daha kolay olan öğretmenlik bölümüne başlayıp , kısmen daha sıkıntısız bir şekilde mezun olan öğretmenlerin hepsine devlet acaba iş bulmak zorunda mı? Bu kadar avantajlarına rağmen , bir de mezun olur olmaz iş garantisi istemek de neyin nesi ? Nasıl bir işletme mezunu özel sektörde kendine yer bulmak adına staj , yabancı dil vs. kendini geliştirip anca asgari veya biraz üstünde ücretlerle işe başlıyorsa , öğretmenler de madem bu kadar kalifiye olduğuna göre özel okullarda şansını deneyebilir.
Ha derseniz ki özel okulların da kapasitesi belli, o zaman nasıl bir makina mühendisi gerektiğinde muhasebede çalışıyorsa veya bir işletme mezunu büyük bir markette reyon görevlisi olarak çalışıyorsa, bir öğretmenlik bölümü mezunu da şansını başka sektörlerde deneyebilir.
200.000 atamayan öğretmenin canı can da, yıllarca çok daha fazla çalışıp, çok daha iyi bölümlerden mezun olup asgari ücretle işe başlayan kişilerin ki patlıcan mı?
Bunun dışında asıl anlamakta zorlandığım olay, yeri geldiğinde bir işletme, uluslararası ilişkiler veya en basit bir mühendislik bölümüne bile kıyasla kazanılması çok daha kolay olan öğretmenlik bölümüne başlayıp , kısmen daha sıkıntısız bir şekilde mezun olan öğretmenlerin hepsine devlet acaba iş bulmak zorunda mı? Bu kadar avantajlarına rağmen , bir de mezun olur olmaz iş garantisi istemek de neyin nesi ? Nasıl bir işletme mezunu özel sektörde kendine yer bulmak adına staj , yabancı dil vs. kendini geliştirip anca asgari veya biraz üstünde ücretlerle işe başlıyorsa , öğretmenler de madem bu kadar kalifiye olduğuna göre özel okullarda şansını deneyebilir.
Ha derseniz ki özel okulların da kapasitesi belli, o zaman nasıl bir makina mühendisi gerektiğinde muhasebede çalışıyorsa veya bir işletme mezunu büyük bir markette reyon görevlisi olarak çalışıyorsa, bir öğretmenlik bölümü mezunu da şansını başka sektörlerde deneyebilir.
200.000 atamayan öğretmenin canı can da, yıllarca çok daha fazla çalışıp, çok daha iyi bölümlerden mezun olup asgari ücretle işe başlayan kişilerin ki patlıcan mı?
15 Eylül 2011 Perşembe
dev aynasında büyümek
Geçenlerde TUSİAD’in ‘neden ‘’ bu büyüme hızı Türkiye için tehlikeli ‘’ demesinin nedenleri . Büyüme oranını hesaplarken ilk olarak vatandaşın harcamasına bakılıyormuş, çekilen krediler, mortgage vs. en önemli kalemmiş. Son 6 ayda %10,2 büyürken ortalama vatandaşın maaşı sadece %2 artmış. Büyüme hızı = harcama , borçlanarak çok para harcadık diye sevinen tek ülkeyiz herhalde.
Büyüme hızında Avrupa’da lider, dünyada ise ikinci. Ancak vatandaş için her büyüme rakamı açıklandığında gündeme gelen temel soru değişmiyor: Bizim payımıza ne düştü?
2011’in ilk yarısındaki büyüme yüzde 10,2 gibi yüksek bir hızda oldu. Ekonominin toplam hacmi 1.2 trilyon liraya ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 10 bin 783 dolar. Altı ay önceye göre Türkiye’de yaşayan herkesin gelirinde 815 dolarlık bir artış oldu. İşte tartışma yaratan konu da bu gelirin doğrudan cebe girip girmediği. İlk olarak büyümede vatandaşın geliri değil, harcamasına bakılıyor. Bu da büyümeden vatandaşın payına ne düştüğünü anlamayı zorlaştırıyor. Bu nedenle büyümenin ücretli çalışanlara etkisinin ne olduğunu görmek için onların hayatını direkt etkileyen verilerin altı aylık seyrine bakmak gerekiyor. İlk gösterge elbette net ücretler.
Ücretler yaya kaldı
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) istatistikleri ücret bakımından sağlam bir veri. Türkiye’de 10 milyon 771 bin 229 zorunlu sigortalı çalışan var. Bunların ortalama ücreti altı ayda yüzde 2 arttı. Peki bu artış herkese yansıdı mı? Yanıt olumsuz. 1 milyon 121 bin 29 çalışanın ücretinde küçük bir değişiklik bile yok. 1 milyon 304 bin 299 kişinin ücretinde ise yüzde 1 ile 13 arasında azalma yaşandı. Artış 8 milyon 345 bin 901 çalışanın ücretine yansıdı. Bu noktada yeni soru, bu artışın temel ihtiyaçları karşılamaya yetip yetmediği. Bunu görmenin en kestirme yolu enflasyona bakmak.
2010’un aralık ayına göre, temel mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 3,43 yükseldi. Ücretli çalışanların refahında enflasyonun ana kriter olduğu dikkate alınırsa, 6 milyon 786 bin 267 çalışan enflasyona ezilmiş durumda. Bu tablo, ailelerin vazgeçemediği harcama kalemleri göz önüne alındığında biraz daha ağırlaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) refah, yoksulluk ve enflasyon gibi hesaplarda baz aldığı ailelerin her ay 100 lirasını nereye harcadığını gösteren Tüketim Harcamaları Anketi, gelirle fiyatlar arasındaki adaletsizliği özetliyor.
Aileler aylık olarak kazandıkları her 100 liranın 22 lirasını gıdaya, 27 lirasını konut ve kiraya, 15 lirasını ulaşıma, 2 lirasını eğitime, 6 lirasını ev eşyasına, 5 lirasını giyime, 4’er lirayı da haberleşme ile alkol ve tütüne harcıyor. Geri kalan para çeşitli mal ve hizmetlere gidiyor. Bu temel kalemlerdeki altı aylık fiyat artışları da şöyle: Gıda yüzde 0,03, giyim yüzde 9,9, konut yüzde 2, ulaştırma yüzde 6,9, eğitim yüzde 3,3. Dolayısıyla her 100 liranın 63 lirasının ayrıldığı temel ihtiyaçların fiyatı ücretlerin üzerinde artmış. Gelir ve fiyatlar böyleyken vatandaşın harcaması ne oldu?
Gelir-tüketim uçurumu
Harcamalar büyüme rakamında vatandaşın ekonomik durumunu gösteren tek gösterge. Vatandaşın ilk yarıda gıda harcaması yüzde 8, giyim yüzde 17, konut masrafı yüzde 4, ulaşım yüzde 16, eğitim yüzde 6, mobilya harcaması da yüzde 16 yükseldi. Toplam tüketimdeki artış yüzde 10 civarında. Yani ücret artışının 5 katı, fiyat artışının ise 3 katı tüketim büyümesi söz konusu.
İşte ‘Büyümeden bize düşen ne’ sorusunun yanıtı gelir ile tüketim arasındaki bu boşluğun nasıl doldurulduğunda gizli. Türkiye’nin yüzde 10,2 büyüdüğü altı ayda tüketici kredisi yüzde 21,1, konut kredisi yüzde 16,5, taşıt kredisi yüzde 16, ihtiyaç kredisi yüzde 28,6 yükseldi. Özetle dünyayı kıskandıran rekor büyüme, vatandaş açısından tatmin edici bir gelir değil, o geliri aşan ciddi bir tüketme gücü anlamına geliyor.
Büyüme hızında Avrupa’da lider, dünyada ise ikinci. Ancak vatandaş için her büyüme rakamı açıklandığında gündeme gelen temel soru değişmiyor: Bizim payımıza ne düştü?
2011’in ilk yarısındaki büyüme yüzde 10,2 gibi yüksek bir hızda oldu. Ekonominin toplam hacmi 1.2 trilyon liraya ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 10 bin 783 dolar. Altı ay önceye göre Türkiye’de yaşayan herkesin gelirinde 815 dolarlık bir artış oldu. İşte tartışma yaratan konu da bu gelirin doğrudan cebe girip girmediği. İlk olarak büyümede vatandaşın geliri değil, harcamasına bakılıyor. Bu da büyümeden vatandaşın payına ne düştüğünü anlamayı zorlaştırıyor. Bu nedenle büyümenin ücretli çalışanlara etkisinin ne olduğunu görmek için onların hayatını direkt etkileyen verilerin altı aylık seyrine bakmak gerekiyor. İlk gösterge elbette net ücretler.
Ücretler yaya kaldı
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) istatistikleri ücret bakımından sağlam bir veri. Türkiye’de 10 milyon 771 bin 229 zorunlu sigortalı çalışan var. Bunların ortalama ücreti altı ayda yüzde 2 arttı. Peki bu artış herkese yansıdı mı? Yanıt olumsuz. 1 milyon 121 bin 29 çalışanın ücretinde küçük bir değişiklik bile yok. 1 milyon 304 bin 299 kişinin ücretinde ise yüzde 1 ile 13 arasında azalma yaşandı. Artış 8 milyon 345 bin 901 çalışanın ücretine yansıdı. Bu noktada yeni soru, bu artışın temel ihtiyaçları karşılamaya yetip yetmediği. Bunu görmenin en kestirme yolu enflasyona bakmak.
2010’un aralık ayına göre, temel mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 3,43 yükseldi. Ücretli çalışanların refahında enflasyonun ana kriter olduğu dikkate alınırsa, 6 milyon 786 bin 267 çalışan enflasyona ezilmiş durumda. Bu tablo, ailelerin vazgeçemediği harcama kalemleri göz önüne alındığında biraz daha ağırlaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) refah, yoksulluk ve enflasyon gibi hesaplarda baz aldığı ailelerin her ay 100 lirasını nereye harcadığını gösteren Tüketim Harcamaları Anketi, gelirle fiyatlar arasındaki adaletsizliği özetliyor.
Aileler aylık olarak kazandıkları her 100 liranın 22 lirasını gıdaya, 27 lirasını konut ve kiraya, 15 lirasını ulaşıma, 2 lirasını eğitime, 6 lirasını ev eşyasına, 5 lirasını giyime, 4’er lirayı da haberleşme ile alkol ve tütüne harcıyor. Geri kalan para çeşitli mal ve hizmetlere gidiyor. Bu temel kalemlerdeki altı aylık fiyat artışları da şöyle: Gıda yüzde 0,03, giyim yüzde 9,9, konut yüzde 2, ulaştırma yüzde 6,9, eğitim yüzde 3,3. Dolayısıyla her 100 liranın 63 lirasının ayrıldığı temel ihtiyaçların fiyatı ücretlerin üzerinde artmış. Gelir ve fiyatlar böyleyken vatandaşın harcaması ne oldu?
Gelir-tüketim uçurumu
Harcamalar büyüme rakamında vatandaşın ekonomik durumunu gösteren tek gösterge. Vatandaşın ilk yarıda gıda harcaması yüzde 8, giyim yüzde 17, konut masrafı yüzde 4, ulaşım yüzde 16, eğitim yüzde 6, mobilya harcaması da yüzde 16 yükseldi. Toplam tüketimdeki artış yüzde 10 civarında. Yani ücret artışının 5 katı, fiyat artışının ise 3 katı tüketim büyümesi söz konusu.
İşte ‘Büyümeden bize düşen ne’ sorusunun yanıtı gelir ile tüketim arasındaki bu boşluğun nasıl doldurulduğunda gizli. Türkiye’nin yüzde 10,2 büyüdüğü altı ayda tüketici kredisi yüzde 21,1, konut kredisi yüzde 16,5, taşıt kredisi yüzde 16, ihtiyaç kredisi yüzde 28,6 yükseldi. Özetle dünyayı kıskandıran rekor büyüme, vatandaş açısından tatmin edici bir gelir değil, o geliri aşan ciddi bir tüketme gücü anlamına geliyor.
4 Temmuz 2011 Pazartesi
Fenerbahçe sirki
Herkes Fenerbahçe’yi aklamak için ‘’ ama zamanında şu takım da yaptı, bu takım da yaptı ‘’ diyor, bence de yapmışlardır ama buradaki durum Aziz Yıldırım gibi bir şahsın kirlettiği türk futbolundan elini çekmesidir, çok içten söylüyorum umarım Fenerbahçe küme düşmez ve puan silinmesi gibi bir cezayla yırtar. Çünkü böyle mafyavari adamların pis işlerinden dolayı milyonlarca taraftar acı çekmemeli ( gerçi hukuken küme düşmeleri gerekir ama düşmemeleri temennim ).
Bütün bunların yanında olaylara at gözlüğüyle bakanlara Aziz Yıldırım'ın ufak bir özgeçmişini hatırlatmak istiyorum:
* Sezon 2000-01, Fenerbahçe son haftalarda geriden gelip Galatasaray'ı geçiyor ve tam 5 sezon sonra şampiyon oluyor. Yaklaşık 3,5 sene sonra Cihan Oskay diye bir kişi ( geçmişe yönelik bir sürü toplantıda Aziz Yıldırım'ın yanında olduğunu ve ondan emir aldığını gösteren kamera kayıtları da ortaya çıkmıştır ) Hem Oktay Derelioğlu'na hem de Tamer Aydın'a teşvik primi yollandığını , bu işleri bizzat Aziz Yıldırım'ın talimatıyla kendisinin hallettiğini söylüyor. Sonradan gizlice kaydettiği telefon kayıtlarında da Oktay ve Tamer bu olayları reddetmiyor , fakat teşvik primi henüz suç değil dolayısıyla olayın üstü kapatılıyor,tehditlerden bunalan Cihan Oskay da Hollanda'ya kaçıyor.
* Yine aynı sezon, 31. hafta öncesinde Galatasaray Fenerbahçe ile aynı puanda fakat averajla önde ve üstüste 5. şampiyonluğuna doğru gidiyor. Ersun Yenal ile müthiş bir çıkış yakalayan Ankaragücü Galatasaray ile İstanbul'da karşılaşıyor ve maçı 2-1 kazanıyor. Liderliği devralan Fenerbahçe bir daha arkasına bakmıyor. Yaklaşık 2 sezon sonra televizyona çıkan dönemin Ankaragücüspor futbolcusu Cafer Aydın maçtan önce soyunma odasında teşvik primi dağıtıldığını ve paraları bizzat teknik direktör Ersun Yenal'in dağıttığını söylüyor. Milli takım teknik direktöri Ersun Yenal alalacele bir basın toplantısı düzenliyor fakat iddaları reddetmektense kıvırmayı tercih ediyor ve kendisinin hiç para almadığı yönünde açıklamalar yapıyor. Zaten sorun alması değil, bu paranın dağıtılmasıydı.
* Sezon 2002-03. Fenerbahçe 11 puan geriden gelip Beşiktaşı geçiyor ve şampiyon oluyor. Daha sonra TMSF'nin el koymasıyla İstanbulspor'un muhasebe kayıtlarında Fenerbahçe'den teşvik primi gittiği kanıtlanıyor. Önceden teşvik primi iddaalarıyla ilgili haber yapan ve Fenerbahçe tarafından mahkemeye verilen Habertürk televizyonu da teşvik priminin kanıtlanmasıyla aklanıyor. Bizzat teşvik primini dağıtan Adnan Sezgin hiç bir zaman bunu reddetmiyor.
*Sezon 2009-10. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor, şampiyonluğa çok yaklaşıyor. Fakat son hafta Trabzonspor'a toslayınca ligi Bursaspor'a kaptırıyorlar. Bu müthiş seride özellikle üstüste rakip takım kalecilerinin yaptığı hatalar dikkat çekiyor:
- Kritik Kasımpaşaspor maçında ne hikmetse kaleci Murat Şahin topu resmen FB'li Bekir'in önüne bırakıyor ve FB maçı kazanıyor ( not: Murat fenerbahçe'nin eski kalecisi ve sonradan başka bir bahis örgütü soruşturması nedeniyle gözaltına alınıyor )
- Kritik Ankaragücüspor maçı sırasında nedense kaleci Serkan Kırıntılı çok kolay yakalayabileceği 2 topu elinden kaçırıyor ve mükafat olarak ertesi sezon FB'ye transfer oluyor ( Telegol'ün ortaya çıkardığı üzere bu kalecinin maçtan 3 gün önce Bağdat caddesinde bir restaurantda bir takım iyi giyimli insanlarla görüşme yaptığı ortaya çıkıyor )
- Yine kritik Gaziantepspor maçı sırasında , eski Fenerbahçeli kaleci Can belki de sezonun en bariz kaleci hatasını yaparak topu FB'li Mehmet'in önüne yuvarlıyor ve FB golü bulup maçı kazanıyor ( Gaziantepspor bazı duyumlardan sonra bu kalecinin sözleşmesini fethediyor )
- Yine Eskişehirspor maçı sırasında Eskişehirspor'un 2.05'lık kalecisi Ivesa Alex'in yumuşak frikiğinde yerinden bile kıpırdamıyor ve Alex tam 3 sezon sonra frikikten gol atıyor, yaklaşık 10 dk sonra da Özer Hurmacı'nın orta-şut karışımı topunu elinden kaçırıp bir gol daha yiyor ( Ne hikmetse güncel şike iddaalarında Eskişehirspor yine başrolde ve Ivesa hala kalecisi. Bu arada ilginç bir dipnot, zamanının FB'li oyuncusu ve Aziz Yıldırım'ın en smaimi olduğu futbolculardan Hırvat Rapajic bu maç sırasında vatandaşı Ivesa'yı tribünden izliyor !! )
* Ve artık dananın kuyruğunun koptuğu 2010-11 sezonu. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor ve şampiyonluğunu ilan ediyor. Fakat özellikle Eskişehirspor, Sivasspor ve Gençlerbirliği maçları teknik takibe takılıyor ve teşvik primi ve şikeyi işaret eden bazı konuşmalara şahit olunuyor. Ne hikmetse Eskişehirspor'un başında daha önce yasadışı menajerlikten ceza alan eski FB'li Bülent Uygun var, Sivasspor'un başkanı FB kongre üyesi ve Gençlerbirliğinin kalecisi de o gün rezalet bir maç çıkaran eski FB'li Serdar Kulbilge ( hemen bir dipnot, Serdar Kulbilge daha önce yine yasadışı bahis soruşturmasından dolayı gözaltına alınmıştı ve davası hala sonuçlanmadı ). Bunlara ilaveten FB Eskişehirspor'dan Sezer'i, Karabükten de Emenike'yi astronomik transfer ücretleriye alıyor. Üstelik Emenike'nin Karabükle yaptığı sözleşmede ' 5 milyon €'ya serbest kalır madddesi olmasına rağmen FB Emenike için 7 milyon € ödüyor )
Bütün bunların üstüne Aziz Yıldırım 2001'deki şampiyonluk hakkında '' Mustafa Denizli değil ben şampiyon yaptın diye konuşması '' , hemen yer yerde '' şampiyonluğun sadece sahada kazanılmadığını öğrendim '' diye konuşması da gerçekten dikkat çekici detaylar.
Bütün bunların yanında olaylara at gözlüğüyle bakanlara Aziz Yıldırım'ın ufak bir özgeçmişini hatırlatmak istiyorum:
* Sezon 2000-01, Fenerbahçe son haftalarda geriden gelip Galatasaray'ı geçiyor ve tam 5 sezon sonra şampiyon oluyor. Yaklaşık 3,5 sene sonra Cihan Oskay diye bir kişi ( geçmişe yönelik bir sürü toplantıda Aziz Yıldırım'ın yanında olduğunu ve ondan emir aldığını gösteren kamera kayıtları da ortaya çıkmıştır ) Hem Oktay Derelioğlu'na hem de Tamer Aydın'a teşvik primi yollandığını , bu işleri bizzat Aziz Yıldırım'ın talimatıyla kendisinin hallettiğini söylüyor. Sonradan gizlice kaydettiği telefon kayıtlarında da Oktay ve Tamer bu olayları reddetmiyor , fakat teşvik primi henüz suç değil dolayısıyla olayın üstü kapatılıyor,tehditlerden bunalan Cihan Oskay da Hollanda'ya kaçıyor.
* Yine aynı sezon, 31. hafta öncesinde Galatasaray Fenerbahçe ile aynı puanda fakat averajla önde ve üstüste 5. şampiyonluğuna doğru gidiyor. Ersun Yenal ile müthiş bir çıkış yakalayan Ankaragücü Galatasaray ile İstanbul'da karşılaşıyor ve maçı 2-1 kazanıyor. Liderliği devralan Fenerbahçe bir daha arkasına bakmıyor. Yaklaşık 2 sezon sonra televizyona çıkan dönemin Ankaragücüspor futbolcusu Cafer Aydın maçtan önce soyunma odasında teşvik primi dağıtıldığını ve paraları bizzat teknik direktör Ersun Yenal'in dağıttığını söylüyor. Milli takım teknik direktöri Ersun Yenal alalacele bir basın toplantısı düzenliyor fakat iddaları reddetmektense kıvırmayı tercih ediyor ve kendisinin hiç para almadığı yönünde açıklamalar yapıyor. Zaten sorun alması değil, bu paranın dağıtılmasıydı.
* Sezon 2002-03. Fenerbahçe 11 puan geriden gelip Beşiktaşı geçiyor ve şampiyon oluyor. Daha sonra TMSF'nin el koymasıyla İstanbulspor'un muhasebe kayıtlarında Fenerbahçe'den teşvik primi gittiği kanıtlanıyor. Önceden teşvik primi iddaalarıyla ilgili haber yapan ve Fenerbahçe tarafından mahkemeye verilen Habertürk televizyonu da teşvik priminin kanıtlanmasıyla aklanıyor. Bizzat teşvik primini dağıtan Adnan Sezgin hiç bir zaman bunu reddetmiyor.
*Sezon 2009-10. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor, şampiyonluğa çok yaklaşıyor. Fakat son hafta Trabzonspor'a toslayınca ligi Bursaspor'a kaptırıyorlar. Bu müthiş seride özellikle üstüste rakip takım kalecilerinin yaptığı hatalar dikkat çekiyor:
- Kritik Kasımpaşaspor maçında ne hikmetse kaleci Murat Şahin topu resmen FB'li Bekir'in önüne bırakıyor ve FB maçı kazanıyor ( not: Murat fenerbahçe'nin eski kalecisi ve sonradan başka bir bahis örgütü soruşturması nedeniyle gözaltına alınıyor )
- Kritik Ankaragücüspor maçı sırasında nedense kaleci Serkan Kırıntılı çok kolay yakalayabileceği 2 topu elinden kaçırıyor ve mükafat olarak ertesi sezon FB'ye transfer oluyor ( Telegol'ün ortaya çıkardığı üzere bu kalecinin maçtan 3 gün önce Bağdat caddesinde bir restaurantda bir takım iyi giyimli insanlarla görüşme yaptığı ortaya çıkıyor )
- Yine kritik Gaziantepspor maçı sırasında , eski Fenerbahçeli kaleci Can belki de sezonun en bariz kaleci hatasını yaparak topu FB'li Mehmet'in önüne yuvarlıyor ve FB golü bulup maçı kazanıyor ( Gaziantepspor bazı duyumlardan sonra bu kalecinin sözleşmesini fethediyor )
- Yine Eskişehirspor maçı sırasında Eskişehirspor'un 2.05'lık kalecisi Ivesa Alex'in yumuşak frikiğinde yerinden bile kıpırdamıyor ve Alex tam 3 sezon sonra frikikten gol atıyor, yaklaşık 10 dk sonra da Özer Hurmacı'nın orta-şut karışımı topunu elinden kaçırıp bir gol daha yiyor ( Ne hikmetse güncel şike iddaalarında Eskişehirspor yine başrolde ve Ivesa hala kalecisi. Bu arada ilginç bir dipnot, zamanının FB'li oyuncusu ve Aziz Yıldırım'ın en smaimi olduğu futbolculardan Hırvat Rapajic bu maç sırasında vatandaşı Ivesa'yı tribünden izliyor !! )
* Ve artık dananın kuyruğunun koptuğu 2010-11 sezonu. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor ve şampiyonluğunu ilan ediyor. Fakat özellikle Eskişehirspor, Sivasspor ve Gençlerbirliği maçları teknik takibe takılıyor ve teşvik primi ve şikeyi işaret eden bazı konuşmalara şahit olunuyor. Ne hikmetse Eskişehirspor'un başında daha önce yasadışı menajerlikten ceza alan eski FB'li Bülent Uygun var, Sivasspor'un başkanı FB kongre üyesi ve Gençlerbirliğinin kalecisi de o gün rezalet bir maç çıkaran eski FB'li Serdar Kulbilge ( hemen bir dipnot, Serdar Kulbilge daha önce yine yasadışı bahis soruşturmasından dolayı gözaltına alınmıştı ve davası hala sonuçlanmadı ). Bunlara ilaveten FB Eskişehirspor'dan Sezer'i, Karabükten de Emenike'yi astronomik transfer ücretleriye alıyor. Üstelik Emenike'nin Karabükle yaptığı sözleşmede ' 5 milyon €'ya serbest kalır madddesi olmasına rağmen FB Emenike için 7 milyon € ödüyor )
Bütün bunların üstüne Aziz Yıldırım 2001'deki şampiyonluk hakkında '' Mustafa Denizli değil ben şampiyon yaptın diye konuşması '' , hemen yer yerde '' şampiyonluğun sadece sahada kazanılmadığını öğrendim '' diye konuşması da gerçekten dikkat çekici detaylar.
14 Haziran 2011 Salı
mesaj kaygılı Türk milleti
Her seçimden sonra bu tarz haber yapan, televizyon kanallarında yorum yapan gereksiz insanlarla karşılaşıyoruz : ' Halk yine mesaj verdi ' , ' millet şu partiyi şöyle istedi, bu partiyi çıkardı , öbürünü indirdi ', vıcık vıcık arabesk tanımlamalar bunlar.
Sanki 50 milyon seçmen seçimlerden önce birbirimizle temas kurduk ve tek tek AKP'ye %50, CHP'ye de %26 oy oranı sağlamak konusunda anlaştık! Seçmenler dünya görüşü , partilerin performansı veya tamamen kişisel çıkarlar nedeniyle istedikleri partilere oy verdiler ve oylar kümülatif bir şekilde şu an ki şeklini aldı.
Bu seçimin bu tarzda en bomba yorumcusu ise ' Seçmen AKP'nin icraatlarını takdir ederek oylarını %4 arttırdı fakat diğer partilerle uzlaşma içinde kalsın diye milletvekili sayısını 330'un altında tuttu ' diyen Cengiz Çandar idi. Evet sayın Çandar, 50 milyon insan birbiriyle o kadar iyi koordine oldu ki oyları artırıp milletvikili sayısını düşürmek gibi muhteşem bir olasılık ihtimalini seçim günü hesaplayıp ortaya bu tabloyu çıkardı. Bu adam ne içtiyse aynısından ben de istiyorum.
Sanki 50 milyon seçmen seçimlerden önce birbirimizle temas kurduk ve tek tek AKP'ye %50, CHP'ye de %26 oy oranı sağlamak konusunda anlaştık! Seçmenler dünya görüşü , partilerin performansı veya tamamen kişisel çıkarlar nedeniyle istedikleri partilere oy verdiler ve oylar kümülatif bir şekilde şu an ki şeklini aldı.
Bu seçimin bu tarzda en bomba yorumcusu ise ' Seçmen AKP'nin icraatlarını takdir ederek oylarını %4 arttırdı fakat diğer partilerle uzlaşma içinde kalsın diye milletvekili sayısını 330'un altında tuttu ' diyen Cengiz Çandar idi. Evet sayın Çandar, 50 milyon insan birbiriyle o kadar iyi koordine oldu ki oyları artırıp milletvikili sayısını düşürmek gibi muhteşem bir olasılık ihtimalini seçim günü hesaplayıp ortaya bu tabloyu çıkardı. Bu adam ne içtiyse aynısından ben de istiyorum.
6 Haziran 2011 Pazartesi
Tayyip from Kasımpaşa
Geçtiğimiz akşam televizyon programında yarım saat içinde türkçe karşılıkları çok kolay olmasına rağmen 1 kez ' check etmek ', 1 kez de ' timing ' dedi .
Hadi günlük hayatında ingilizceyi çok sık kullanan birisi olsa anlayacağım da , Fatih Terim ingilizcesi bile konuşamayan bir kişi için çok üzücü durum. Siyasiler kendi ülkelerinin dilini koruması hususunda öncü olmaları gerekirken, nedense daha elit gözükmek adına yabancı kelimeler kullanıyorlar.
Hadi günlük hayatında ingilizceyi çok sık kullanan birisi olsa anlayacağım da , Fatih Terim ingilizcesi bile konuşamayan bir kişi için çok üzücü durum. Siyasiler kendi ülkelerinin dilini koruması hususunda öncü olmaları gerekirken, nedense daha elit gözükmek adına yabancı kelimeler kullanıyorlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)