30 Mart 2011 Çarşamba

malum kitap

Hadiseden haberi olmayan kalmadı. Gazeteci Ahmet Şık'ın henüz basılmamış '' imamın ordusu '' isimli, Fethullah Gülen'in emniyet içindeki teşkilatlanmasını anlatan kitabına el kondu, tüm kopyaları imha edildi ve elinde kitabın kopyaları olup da emniyete teslim etmeyenlerin ' terörist ' olarak yargılanacağı açıklandı. Geçtiğimiz aylarda da Hanefi Avcı'nın yine aynı teşkilatlamayı eleştiren kitabı nedeniyle tutuklandığını biliyoruz ( kitabın basılması engellenmemişti )

Ahmet Şık olayında kararın gerekçesi de Ergenekon terör örgütüyle bağlantılı bir şekilde hükümeti yıpratmaya yönelik haberler yapan Soner Yalçın ve ekibinin bilgisayarlarında bu kitaba rastlanması ve savcılık Soner Yalçın'ın da bu kitabın yazılmasına fikir olarak destek verdiği görüşünde.

Olayı başka bir boyuttan alalım: Kitap emniyetteki yozlaşmayı anlatıyor ve emniyet mensupları bu kitabı imha ediyor, gerçekten ilginç. Şahsi görüşüm, suçlu bir insan başka bir esere destek verse bile, bu o eseri suç nesnesi haline getirmemeli. Diyelim ki bir katil yakalanmadan önce gidip bir başka birisiyle ortak şirket kurdu, bu şirketin diğer ortağını da mı suçlu yapar? Hadi diyelim ki bu kitap gerçekten hükümeti yıpratmak amacıyla yazıldı, bunun neresi suç? Hadi diyelim ki bu bir suç, kitap basıldıktan sonra tazminat davası açarsanız olur biter.

En son askeri darbeler zamanında kitaplara el konup , kitaplar imha edilmişti ama o zaman bile basılmamış kitaplar imha edilmemişti. Benim şahsi görüşüm bu baskının ( ve yazıyı yazdığım sırada Zirve katliamı kapsamında Zekeriya Beyaz'ın da şu an yazmakta olduğu Fethullah Gülen ve Said-i Nursi'nin devletle ilişkilerini anlatan kitabın da kopyaları imha edilmiş ) emniyet ve devlet içindeki cemaat yapılanmasının yaptığı bir güç gösterisi olduğudur. Cemaat hakkında olumsuz bir araştırma veya kitap yayınlanmazsa, zihinlerde de olumsuz bir izlenim oluşmaz; Bunun en kestirme yolu da bu yayınların basımını engellemek. Belki şu an söz konusu bu 2 kitap da yayınlanacak ama ileride çoğu yazar bu tarz kitapları yazmadan önce 3 kez düşünecek!

Olayı şimdi tamamen başka bir noktaya çekmek istiyorum. Diyelim ki bu olay ülkemizde hiç yaşanmadı ve gazetenin uluslararası haberler kısmında şöyle bir haber okuyorsunuz : ' Afrika'nın bilmemne cumhuriyetinde polis teşkilatındaki dini teşkilatlanmayı anlatan yazar tutuklandı ve kitabı daha basılmadan imha edildi ve kitabın kopyalarını elinde bulundurup polise teslim etmeyen herkes terörist ilan edildi '. Herhalde Afrika'daki bir muz cumhuriyeti olduğu için çok şaşırmazsanız.

Özetlemem gerekirse, bir kitabın çıkış amacı daha baştan tek bir kişiyi ya da kurumu öznel ( subjektif ) olarak haksız yere eleştirmek olabilir; O kitaba o kurumun kötü duruma düşmesini isteyen başka kişiler de destek verebilir ama bu ülkede, bu kıtada, bu dünyada bir sürü kurumu eleştiren kitaplar, programlar yapıldı, gerekirse karşı taraf tekzip hakkını kullandı ama özet olarak o kitaplar basıldı. Kitap gerçekleri de yansıtıyor olabilir, çarpıtıyor da olabilir ama bence bu basın özgürlüğüne bir darbe vurmuştur.

28 Mart 2011 Pazartesi

behzat ç.

Ayrılsak da beraberiz ve Gülşen abi , hatta biraz da tatlı hayat'dan sonra ilk kez yayın saatinin gelmesini beklediğim bir dizi Behzat ç.. Arka Sokaklar gibi saçmasapan ortaokul müsameresi gibi bir diziden sonra ( zap yaparken yanlışlıkla denk gelsem bile beni rahatsız eden bir diziydi ) bu tarzda bir polisiye gerçekten çok iyi geldi, sonunda gerçek hayattaki polisi, savcıyı olduğu gibi gösteren, oyuncularının döktürdüğü bir dizi bu. Küfür eden , içki içen, kanunların dışına çıkan, pavyonlarda sabahlayan ama en önemlisi dürüst polislerin hikayesi.

Pazar akşamları spor programları bile 2. planda kaldı benim için, anlayın nasıl bir dizi.

27 Mart 2011 Pazar

theremin

Pazar sabahı  erken saatlerde TRT-2'de canlı yayınlanan bir sohbet programında ( evet pazar günü kargalar daha b.kunu yemeden trt-2 izleme manyaklığını yaptım ) denk geldim bu müzik aletine. Kabaca ve cahilce özetlemem gerekirse kendisine hiç dokunmadan ve elin hareketleriyle manyetik alan değiştirme mantığıyla çalınan bir müzik aleti bu.

Aletin 2 tarafında da birer çubuk var, sol el notayı sağ el ise sesin şiddetini ayarlıyor, aletin sesi kemana yakın olsa da genelde 3. sınıf uzay filmlerinin fon müziğine benziyor fakat özellikle kült olmuş şarkıları bu aletten dinlemek, hele büyü yapar gibi el hareketleriyle birleşince ortaya görsel ve işitsel bir şölen çıkıyor, buyrun linki:

http://www.youtube.com/watch?v=Ptq_N-gjEpI

25 Mart 2011 Cuma

hiper demokrasi

Basılmamış kitaptan da korkarlar , ders kitaplarında evrim teorisinden bahsedilmesinden de. Oyun yüzlerce yıldır aynı aslında : ' uyut, oyala , sorgulatma, arada da cukkayı götür ' . Eğer inandığın şeyler çok kuvvetliyse, zaten karşıt iddaalardan korkmaman gerek, ama durun bir dakika, o iddaaları yok etmek çürütmekten daha kolaydı değil mi?

23 Mart 2011 Çarşamba

monopoly

Adam resmen tüm dünya haritası üzerinden Monopoly oynuyor, internet üzerinden ufak bir araştırma yapınca son 2 senede Libya'ya tam 7 tane petrol yatırımı yaptığını ve kendi portföyü içinde en önemlileri haline geldiğini gördüm, çok iyi duyumlar mı alıyor yoksa tam olarak Ukrayna'da yaptığı gibi acaba bu ayaklanmanın altında da mı kendisi var, çözemedim!! Soros bu...

Bu arada yağla balla besledikleri Kaddafi'nin diktatör olduğunu aradan 40 yıl geçince ne hikmetse farkeden ama Yemen ve Sudan gibi ülkelerde nedense hiç insiyatif almayan NATO'nun tavrı da ilginç, son 2-3 gündür ' Libya'nın petrol zenginlikleri paylaşılmalı ' yönünde haberler medyaya da servis edilmeye başlandı hadi hayırlısı!!

kahpe kader

Her futbol maçı kendi hikayesini saniye saniye kendisi yazar, bir maçtan sonra oyuncuların performansının, teknik direktörün oyuncu değişikliklerinin veya hakemin kararlarının sonuca etkisini tartışmak çok bir şey ifade etmez benim için. İçinde bu kadar değişkeni barındıran, her hareketin ve kararın zincirleme olarak birbirine bağlı olduğu bir maçlarda '' şöyle olsaydı böyle olurdu '' demek havanda su dövmektir.

Galatasaray'ın UEFA kupasını kazandığı sene 3. golden önce Ergün ve Giunti ortada kalan topa hamle yapıyorlar ve top sağ kanatta golün ortasını yapacak Ümit Davala'ya geliyor, eğer o topu Giunti kazansaydı belki de Türk futbolunun tarihi farklı yazılacaktı, 2 tane Avrupa kupası gelmeyecekti, Fatih Terim İtalya'ya gitmeyecekti, Türk mili takımı da dünya 3.sü olmayacaktı, belki Aziz Yıldırım dünya yıldızlarını transfer etmeyecekti.

Aynı şekilde, 2003 senesinde Beşiktaş'ın şampiyon olduğu ve Ali Sami Yen'de Galatasaray'ı 1-0 yendiği maçta ( bkz. Lucescu'nun Terim'den intikamı ) eğer maç 0-0 devam ederken ikinci yarının başında hakem Kuddusi Müftüoğlu Hasan Şaş'a yapılan  bariz penaltıyı verseydi ve Galatasaray 1-0 öne geçseydi, Beşiktas kalan 30 dakikada 2 gol daha bulup liderliği eline geçirebilir miydi, yoksa Galatasaray maçı kazanıp puan farkını 5'e mi çıkarırdı ? Eğer Galatasaray o sene şampiyon olsaydı belki Terim uzun yıllar takımda kalacak ve bugünkü kötü duruma düşmeyecekti , ya da milli takımın başına geçmeyeceği için 2008'deki mucize Avrupa şampiyonası yarı finali gelmeyecekti.



Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında da hep böyle kader anları maçın öyküsünü yazıyor. 6 kasım 2002'deki 6-0'lık maçta, maç 2-0 iken ve Fenerbahçe 10 kişiyken eğer Arif Erdem karşı karşıya topu direğe nişanlamasa belki yıllarca Galatasaraylıların anlatacağı bir geri dönüş ve zafer yaşanacaktı, ve belki de Aziz Yıldırım 4. senesinde başkanlığı bırakacaktı.

Aynı şekilde bu sene ki maçta da durum 1-0 Galatasaray lehineyken, eğer hakem Baros'un Gökhan'dan topu çalıp gol atmasını faul diye kesmese veya Servet'in sayılmayan golünde Sevet 1 adım geriden çıksaydı belki de Hagi önümüzdeki sene de takımın başında olacaktı, birçok transfer de bu olaya göre şekillenecekti. Sonuç olarak, Fenerbahçe'nin son 10 seneki Galatasaray maçlarındaki hakimiyeti genelde kader anlarının hep Fenerbahçe'nin lehine sonuçlanmasıyla meydana çıktı, bir Galatasaraylı olarak bence bu durumdan kurtulmanın tek çaresi bizim de en azından bir maçta hiç top oynamadan bir şans topuyla maç kazanmamızdan geçiyor, bundan sonra en azından bizim futbolcuların zihnindeki '' olmayınca olmuyor kardeşim '' düşüncesi biraz dağılır ve sonraki Fenerbahçe maçlarına daha rahat çıkarlar.

Küçük bir espriyle bitireyim bu yazıyı : Duyduğuma göre yeni statta ilk Fenerbahçe maçını kazanmak için Galatasaray her sene yeni bir stat yapacakmış:)

EAC

17 Mart 2011 Perşembe

hayat arkadaşı

İbrahim Tatlıses ile ilgili haberlerde bu ifadeye tekrar rastladim : ' hayat arkadaşı ' !!. Muhabir haberini şöyle bitiriyordu : ' Sanatçının eski hayat arkadaşı Derya Tuna ziyaretçilerle tek tek ilgileniyordu '. Medyanın güzel türkçemize kazandırdığı kelimelerden birisidir bu, Orhan Gencebay - Sevim Emre , Ferdi Tayfur - Necla Nazır , Müslüm Gürses - Muhterem Nur da hayat arkadaşlığı yaşayan ünlülerdendir.

Bu terim pratikte resmi nikah yapmadan sadece imam nikahı ile birliktelik yaşayan, çocuk sahibi olan çiftler için kullanılıyor. Beni tanıyan tanır, örf-adet diye edilen şeylerin hep tersini savunmuşumdur, beraber yaşamak, çocuk sahibi olmak için evliliğe gerek yoktur, sadece bunlar için evlenmek saçmalıktır, ama bu arabeskçilerin durumunda medyanın takındığı tavırda da eğreti bir durum var, devamlı manşetten genç şarkıcıların oyuncuların birlikteliğini yarım ağızla eleştiren medya, güya halkın yaşam tarzını yansıttıklarını ve halkın içinden geldiğini iddaa ettiği bu arabeskçileri bu eleştiriden ayrı tutmak için bu terimi bulmuş gibi, ' hayat arkadaşı ' !

Benim burada eleştirdiğim kesinlikle bu arabaskçiler değil çünkü eleştirecek bir şey yok sadece medyanın ikiyüzlülüğü rahatsız ediyor.

Niye Muhterem Nur için Müslüm Gürses'in sevgilisi denmiyor da ' hayat arkadaşı ' deniyor ? Sanırım, sevgiili daha ahlaksız daha kısa süreli bir çağrışım yapıyor medyanın gözünde o yüzden ' hayat arkadaşlığı ' kurumunu icat ettiler.

16 Mart 2011 Çarşamba

padişahım çok yaşa

Sanırım bu coğrafyanın, bu toprakların gerçeği bu. Seçilerek meclise girseler bile, siyasetçilerimiz kendilerini tanrının bir lütfu olarak görüp, halka verdikleri hizmetleri bile sanki kendilerinin aciz kullarına bahşettiği bir şey olarak görüyorlar.

Taaaa İbrahim Tatlıses'ten konuyu buraya getireceğim aklıma gelmezdi ama bunları yazmamın nedeni Bülent Arınç'ın komada ve bilerek derin uykuda tutulan ve ziyaret ettiği Tatlıses için hastane kapısında çıkışta ettiği sözler beni mecbur etti, ilgili link aşağıda, 45. saniye ve civarına dikkat:

'' doktorlardan rica ettim, Tatlıses'in benim için uyandırılmamasını rica ettim '', vay be iyi ki böyle bir laf etmiş, yoksa Tatlıses '' sayın Arınç gelmiş '' diyerek önünü ilikleyip komadan kalkıp elini öpecekti!!!

http://www.dha.com.tr/dhavideogaleri.asp?vid=148441