19 Aralık 2011 Pazartesi

atanamayan öğretmenler

Senede 2-3 ay tatil yapıp, ders saatini ayarlayıp bazen haftada 3 gün çalışıp, neredeyse devlet hastanesinde çalışan bir doktor kadar maaş alan ve bunun üstüne ' kutsal meslek ' icra ettiği iddaa edilen (ki bence doğru ! ) öğretmenlere bu konuda biraz haksızlık yapılıyor çünkü ders saatleri dışında da bir sürü hazırlık gerektiren, omuzlarına 50-60 öğrencinin sorumluluğunu yükleyen bir meslek bu.

Bunun dışında asıl anlamakta zorlandığım olay, yeri geldiğinde bir işletme, uluslararası ilişkiler veya en basit bir mühendislik bölümüne bile kıyasla kazanılması çok daha kolay olan öğretmenlik bölümüne başlayıp , kısmen daha sıkıntısız bir şekilde mezun olan öğretmenlerin hepsine devlet acaba iş bulmak zorunda mı? Bu kadar avantajlarına rağmen , bir de mezun olur olmaz iş garantisi istemek de neyin nesi ? Nasıl bir işletme mezunu özel sektörde kendine yer bulmak adına staj , yabancı dil vs. kendini geliştirip anca asgari veya biraz üstünde ücretlerle işe başlıyorsa , öğretmenler de madem bu kadar kalifiye olduğuna göre özel okullarda şansını deneyebilir.

Ha derseniz ki özel okulların da kapasitesi belli, o zaman nasıl bir makina mühendisi gerektiğinde muhasebede çalışıyorsa veya bir işletme mezunu büyük bir markette reyon görevlisi olarak çalışıyorsa, bir öğretmenlik bölümü mezunu da şansını başka sektörlerde deneyebilir.

200.000 atamayan öğretmenin canı can da, yıllarca çok daha fazla çalışıp, çok daha iyi bölümlerden mezun olup asgari ücretle işe başlayan kişilerin ki patlıcan mı?

15 Eylül 2011 Perşembe

dev aynasında büyümek

Geçenlerde TUSİAD’in ‘neden ‘’ bu büyüme hızı Türkiye için tehlikeli ‘’ demesinin nedenleri . Büyüme oranını hesaplarken ilk olarak vatandaşın harcamasına bakılıyormuş, çekilen krediler, mortgage vs. en önemli kalemmiş. Son 6 ayda %10,2 büyürken ortalama vatandaşın maaşı sadece %2 artmış. Büyüme hızı = harcama , borçlanarak çok para harcadık diye sevinen tek ülkeyiz herhalde.

Büyüme hızında Avrupa’da lider, dünyada ise ikinci. Ancak vatandaş için her büyüme rakamı açıklandığında gündeme gelen temel soru değişmiyor: Bizim payımıza ne düştü?
2011’in ilk yarısındaki büyüme yüzde 10,2 gibi yüksek bir hızda oldu. Ekonominin toplam hacmi 1.2 trilyon liraya ulaştı. Kişi başına milli gelir ise 10 bin 783 dolar. Altı ay önceye göre Türkiye’de yaşayan herkesin gelirinde 815 dolarlık bir artış oldu. İşte tartışma yaratan konu da bu gelirin doğrudan cebe girip girmediği. İlk olarak büyümede vatandaşın geliri değil, harcamasına bakılıyor. Bu da büyümeden vatandaşın payına ne düştüğünü anlamayı zorlaştırıyor. Bu nedenle büyümenin ücretli çalışanlara etkisinin ne olduğunu görmek için onların hayatını direkt etkileyen verilerin altı aylık seyrine bakmak gerekiyor. İlk gösterge elbette net ücretler.

Ücretler yaya kaldı
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) istatistikleri ücret bakımından sağlam bir veri. Türkiye’de 10 milyon 771 bin 229 zorunlu sigortalı çalışan var. Bunların ortalama ücreti altı ayda yüzde 2 arttı. Peki bu artış herkese yansıdı mı? Yanıt olumsuz. 1 milyon 121 bin 29 çalışanın ücretinde küçük bir değişiklik bile yok. 1 milyon 304 bin 299 kişinin ücretinde ise yüzde 1 ile 13 arasında azalma yaşandı. Artış 8 milyon 345 bin 901 çalışanın ücretine yansıdı. Bu noktada yeni soru, bu artışın temel ihtiyaçları karşılamaya yetip yetmediği. Bunu görmenin en kestirme yolu enflasyona bakmak.

2010’un aralık ayına göre, temel mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 3,43 yükseldi. Ücretli çalışanların refahında enflasyonun ana kriter olduğu dikkate alınırsa, 6 milyon 786 bin 267 çalışan enflasyona ezilmiş durumda. Bu tablo, ailelerin vazgeçemediği harcama kalemleri göz önüne alındığında biraz daha ağırlaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) refah, yoksulluk ve enflasyon gibi hesaplarda baz aldığı ailelerin her ay 100 lirasını nereye harcadığını gösteren Tüketim Harcamaları Anketi, gelirle fiyatlar arasındaki adaletsizliği özetliyor.

Aileler aylık olarak kazandıkları her 100 liranın 22 lirasını gıdaya, 27 lirasını konut ve kiraya, 15 lirasını ulaşıma, 2 lirasını eğitime, 6 lirasını ev eşyasına, 5 lirasını giyime, 4’er lirayı da haberleşme ile alkol ve tütüne harcıyor. Geri kalan para çeşitli mal ve hizmetlere gidiyor. Bu temel kalemlerdeki altı aylık fiyat artışları da şöyle: Gıda yüzde 0,03, giyim yüzde 9,9, konut yüzde 2, ulaştırma yüzde 6,9, eğitim yüzde 3,3. Dolayısıyla her 100 liranın 63 lirasının ayrıldığı temel ihtiyaçların fiyatı ücretlerin üzerinde artmış. Gelir ve fiyatlar böyleyken vatandaşın harcaması ne oldu?

Gelir-tüketim uçurumu
Harcamalar büyüme rakamında vatandaşın ekonomik durumunu gösteren tek gösterge. Vatandaşın ilk yarıda gıda harcaması yüzde 8, giyim yüzde 17, konut masrafı yüzde 4, ulaşım yüzde 16, eğitim yüzde 6, mobilya harcaması da yüzde 16 yükseldi. Toplam tüketimdeki artış yüzde 10 civarında. Yani ücret artışının 5 katı, fiyat artışının ise 3 katı tüketim büyümesi söz konusu.

İşte ‘Büyümeden bize düşen ne’ sorusunun yanıtı gelir ile tüketim arasındaki bu boşluğun nasıl doldurulduğunda gizli. Türkiye’nin yüzde 10,2 büyüdüğü altı ayda tüketici kredisi yüzde 21,1, konut kredisi yüzde 16,5, taşıt kredisi yüzde 16, ihtiyaç kredisi yüzde 28,6 yükseldi. Özetle dünyayı kıskandıran rekor büyüme, vatandaş açısından tatmin edici bir gelir değil, o geliri aşan ciddi bir tüketme gücü anlamına geliyor.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Fenerbahçe sirki

Herkes Fenerbahçe’yi aklamak için ‘’ ama zamanında şu takım da yaptı, bu takım da yaptı ‘’ diyor, bence de yapmışlardır ama buradaki durum Aziz Yıldırım gibi bir şahsın kirlettiği türk futbolundan elini çekmesidir, çok içten söylüyorum umarım Fenerbahçe küme düşmez ve puan silinmesi gibi bir cezayla yırtar. Çünkü böyle mafyavari adamların pis işlerinden dolayı milyonlarca taraftar acı çekmemeli ( gerçi hukuken küme düşmeleri gerekir ama düşmemeleri temennim ).




Bütün bunların yanında olaylara at gözlüğüyle bakanlara Aziz Yıldırım'ın ufak bir özgeçmişini hatırlatmak istiyorum:

* Sezon 2000-01, Fenerbahçe son haftalarda geriden gelip Galatasaray'ı geçiyor ve tam 5 sezon sonra şampiyon oluyor. Yaklaşık 3,5 sene sonra Cihan Oskay diye bir kişi ( geçmişe yönelik bir sürü toplantıda Aziz Yıldırım'ın yanında olduğunu ve ondan emir aldığını gösteren kamera kayıtları da ortaya çıkmıştır ) Hem Oktay Derelioğlu'na hem de Tamer Aydın'a teşvik primi yollandığını , bu işleri bizzat Aziz Yıldırım'ın talimatıyla kendisinin hallettiğini söylüyor. Sonradan gizlice kaydettiği telefon kayıtlarında da Oktay ve Tamer bu olayları reddetmiyor , fakat teşvik primi henüz suç değil dolayısıyla olayın üstü kapatılıyor,tehditlerden bunalan Cihan Oskay da Hollanda'ya kaçıyor.

* Yine aynı sezon, 31. hafta öncesinde Galatasaray Fenerbahçe ile aynı puanda fakat averajla önde ve üstüste 5. şampiyonluğuna doğru gidiyor. Ersun Yenal ile müthiş bir çıkış yakalayan Ankaragücü Galatasaray ile İstanbul'da karşılaşıyor ve maçı 2-1 kazanıyor. Liderliği devralan Fenerbahçe bir daha arkasına bakmıyor. Yaklaşık 2 sezon sonra televizyona çıkan dönemin Ankaragücüspor futbolcusu Cafer Aydın maçtan önce soyunma odasında teşvik primi dağıtıldığını ve paraları bizzat teknik direktör Ersun Yenal'in dağıttığını söylüyor. Milli takım teknik direktöri Ersun Yenal alalacele bir basın toplantısı düzenliyor fakat iddaları reddetmektense kıvırmayı tercih ediyor ve kendisinin hiç para almadığı yönünde açıklamalar yapıyor. Zaten sorun alması değil, bu paranın dağıtılmasıydı.

* Sezon 2002-03. Fenerbahçe 11 puan geriden gelip Beşiktaşı geçiyor ve şampiyon oluyor. Daha sonra TMSF'nin el koymasıyla İstanbulspor'un muhasebe kayıtlarında Fenerbahçe'den teşvik primi gittiği kanıtlanıyor. Önceden teşvik primi iddaalarıyla ilgili haber yapan ve Fenerbahçe tarafından mahkemeye verilen Habertürk televizyonu da teşvik priminin kanıtlanmasıyla aklanıyor. Bizzat teşvik primini dağıtan Adnan Sezgin hiç bir zaman bunu reddetmiyor.

*Sezon 2009-10. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor, şampiyonluğa çok yaklaşıyor. Fakat son hafta Trabzonspor'a toslayınca ligi Bursaspor'a kaptırıyorlar. Bu müthiş seride özellikle üstüste rakip takım kalecilerinin yaptığı hatalar dikkat çekiyor:

- Kritik Kasımpaşaspor maçında ne hikmetse kaleci Murat Şahin topu resmen FB'li Bekir'in önüne bırakıyor ve FB maçı kazanıyor ( not: Murat fenerbahçe'nin eski kalecisi ve sonradan başka bir bahis örgütü soruşturması nedeniyle gözaltına alınıyor )
- Kritik Ankaragücüspor maçı sırasında nedense kaleci Serkan Kırıntılı çok kolay yakalayabileceği 2 topu elinden kaçırıyor ve mükafat olarak ertesi sezon FB'ye transfer oluyor ( Telegol'ün ortaya çıkardığı üzere bu kalecinin maçtan 3 gün önce Bağdat caddesinde bir restaurantda bir takım iyi giyimli insanlarla görüşme yaptığı ortaya çıkıyor )
- Yine kritik Gaziantepspor maçı sırasında , eski Fenerbahçeli kaleci Can belki de sezonun en bariz kaleci hatasını yaparak topu FB'li Mehmet'in önüne yuvarlıyor ve FB golü bulup maçı kazanıyor ( Gaziantepspor bazı duyumlardan sonra bu kalecinin sözleşmesini fethediyor )
- Yine Eskişehirspor maçı sırasında Eskişehirspor'un 2.05'lık kalecisi Ivesa Alex'in yumuşak frikiğinde yerinden bile kıpırdamıyor ve Alex tam 3 sezon sonra frikikten gol atıyor, yaklaşık 10 dk sonra da Özer Hurmacı'nın orta-şut karışımı topunu elinden kaçırıp bir gol daha yiyor ( Ne hikmetse güncel şike iddaalarında Eskişehirspor yine başrolde ve Ivesa hala kalecisi. Bu arada ilginç bir dipnot, zamanının FB'li oyuncusu ve Aziz Yıldırım'ın en smaimi olduğu futbolculardan Hırvat Rapajic bu maç sırasında vatandaşı Ivesa'yı tribünden izliyor !! )

* Ve artık dananın kuyruğunun koptuğu 2010-11 sezonu. Fenerbahçe yine müthiş bir seri yakalıyor ve şampiyonluğunu ilan ediyor. Fakat özellikle Eskişehirspor, Sivasspor ve Gençlerbirliği maçları teknik takibe takılıyor ve teşvik primi ve şikeyi işaret eden bazı konuşmalara şahit olunuyor. Ne hikmetse Eskişehirspor'un başında daha önce yasadışı menajerlikten ceza alan eski FB'li Bülent Uygun var, Sivasspor'un başkanı FB kongre üyesi ve Gençlerbirliğinin kalecisi de o gün rezalet bir maç çıkaran eski FB'li Serdar Kulbilge ( hemen bir dipnot, Serdar Kulbilge daha önce yine yasadışı bahis soruşturmasından dolayı gözaltına alınmıştı ve davası hala sonuçlanmadı ). Bunlara ilaveten FB Eskişehirspor'dan Sezer'i, Karabükten de Emenike'yi astronomik transfer ücretleriye alıyor. Üstelik Emenike'nin Karabükle yaptığı sözleşmede ' 5 milyon €'ya serbest kalır madddesi olmasına rağmen FB Emenike için 7 milyon € ödüyor )

Bütün bunların üstüne Aziz Yıldırım 2001'deki şampiyonluk hakkında '' Mustafa Denizli değil ben şampiyon yaptın diye konuşması '' , hemen yer yerde '' şampiyonluğun sadece sahada kazanılmadığını öğrendim '' diye konuşması da gerçekten dikkat çekici detaylar.

14 Haziran 2011 Salı

mesaj kaygılı Türk milleti

Her seçimden sonra bu tarz haber yapan, televizyon kanallarında yorum yapan gereksiz insanlarla karşılaşıyoruz : ' Halk yine mesaj verdi ' , ' millet şu partiyi şöyle istedi, bu partiyi çıkardı , öbürünü indirdi ', vıcık vıcık arabesk tanımlamalar bunlar.

Sanki 50 milyon seçmen seçimlerden önce birbirimizle temas kurduk ve tek tek AKP'ye %50, CHP'ye de %26 oy oranı sağlamak konusunda anlaştık! Seçmenler dünya görüşü , partilerin performansı veya tamamen kişisel çıkarlar nedeniyle istedikleri partilere oy verdiler ve oylar kümülatif bir şekilde şu an ki şeklini aldı.




Bu seçimin bu tarzda en bomba yorumcusu ise ' Seçmen AKP'nin icraatlarını takdir ederek oylarını %4 arttırdı fakat diğer partilerle uzlaşma içinde kalsın diye milletvekili sayısını 330'un altında tuttu ' diyen Cengiz Çandar idi. Evet sayın Çandar, 50 milyon insan birbiriyle o kadar iyi koordine oldu ki oyları artırıp milletvikili sayısını düşürmek gibi muhteşem bir olasılık ihtimalini seçim günü hesaplayıp ortaya bu tabloyu çıkardı. Bu adam ne içtiyse aynısından ben de istiyorum.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Tayyip from Kasımpaşa

Geçtiğimiz akşam televizyon programında yarım saat içinde türkçe karşılıkları çok kolay olmasına rağmen 1 kez ' check etmek ', 1 kez de ' timing ' dedi .




Hadi günlük hayatında ingilizceyi çok sık kullanan birisi olsa anlayacağım da , Fatih Terim ingilizcesi bile konuşamayan bir kişi için çok üzücü durum. Siyasiler kendi ülkelerinin dilini koruması hususunda öncü olmaları gerekirken, nedense daha elit gözükmek adına yabancı kelimeler kullanıyorlar.

31 Mayıs 2011 Salı

'bile'

Başbakan, Kılıçdaroğlu'nun kendince kötü bir özelliğine vurgu yaparken ' onun mensubu olduğu alevilik inancında bile böyle bir şey yok ' diyor, buradaki ' bile 'sözcüğü aslında koca bir ülkenin başbakanının 2011 yılında güttüğü siyaseti gösteriyor, bu ' bile 'yi iyi okumak lazım.

Başbakanı televizyonda her gördüğümde yaşama sevincim biraz daha azalıyor.

20 Mayıs 2011 Cuma

gaz

Kılıçdaroğlu siyasete yeni bir soluk getirdi ama keşke danışmanlarının önüne getirdiği her yolsuzluk iddaasına balıklama atlamasa. Hayati Yazıcı adına hotmail mail sağlayıcı kullanarak ÖSYM başkanına bir torpil isteği yapılmış ama nedense Kemal bey'in aklına ' koskoca devlet bakanı hotmail'den torpil isteği yapar mı hiç?' demek gelmiyor

seviyeli siyaset

Sanırım Yılmaz Özdil tarzı teşbihlerle ve ince zeka dolu yazınca çoğu insan anlamıyor veya kendi yandaş basınlarında yazmadığı için haberleri olmuyor, bu yüzden çok düz bir şekilde yazıyorum:




Tayyip Erdoğan evli olmalarına rağmen başkalarıyla ilişki yaşadıkları için bir çok siyasetçiye demediğini bırakmadı. Fakat aynı Erdoğan zamanında opera sanatçısı Ayhan Aydan ile birliktelik yaşayan Adnan Menderes'i siyaseten örnek aldığını söylüyor , üstelik atıfta bulunduğu Deniz Baykal ve MHP yöneticilerinin ilişkileri tamamen yasadışı ve hayasızca tuzaklarla filme alınıp internete verildi.

Böyle ilkokul seviyesinde bir açıklamadan sonra nedense hiç bir köşe yazarının dikkat etmediği , tabiri caizse görmezden gelinen başka bir haberden bahsetmek istiyorum. Erdoğan son derece gereksiz Kanalistanbul projesinden bahsederken , evli olduğu bilinmesine rağmen kızı yaşında mankenlerle ilişki yaşayan ve gazetelere ' bilerek boşanmıyorum çünkü boşanırsam birlikte olduğum tüm mankenler evlilik için kafamı ütüler ' gibi pişkinliğin nirvanasına ulaşan Ali Ağaoğlu'na seslenip ' Belki Ağaoğlu oluşacak yeni yaşam alanlarını değerlendir, hep beraber güzel projelere imza atarız ' diyerek bir anlamda destek oluyor ama işine geldiği için tuzağa düşürülen siyasi rakiplerine laf atmaktan geri kalmıyor.

http://www.haberdar.com/haber/agaoglu-erdoganin-teklifine-sicak-bakti-2666134

http://www.medyafaresi.com/haber/25688/magazin-kizi-yasinda-guzellerle-gezen-ali-agaoglundan-sok-sozler.html

20 Nisan 2011 Çarşamba

günün fırsatı???

ABD'de çok yaygın olan '' best deal '' tarzı siteler son 1 senedir Türkiye'de de yaygınlaştı. Sistem basit: Normalde degeri 10 birim olan bir ürün ya da hizmeti, site üzerinden kredi kartıyla 10 birimin altına satın alıyorsunuz fakat belli bir tarihe kadar kullanmanız gerekiyor.

Gerçekten bir ürüne o sıralar ihtiyacınız varsa ve tesadüf o ürün de bu sitelerden birinde satılıyorsa kara geçersiniz. Fakat genelde hiç aklınızda olmayan bir ürün, restoranda yemeği ya da herhangi bir hizmeti '' aa böyle bie fırsat varmış '' diye satın alıyorsanız 'bingo!' kapitalizmin kollarına kendinizi bırakıyorsunuz.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta gerçekten ilan edildiği oranda kar edip etmediğinizdir. Bizzat defalarca şahit oldum ki misal normalde değeri 300 tl olan bir konaklamayı 150 tl'ye satıp %50 indirim vaat eden bu siteler, ilgili konaklamayı arayıp gerçek fiyatı öğrenme ihtimalimizi hiç düşünmüyorlar mı acaba? Dediğim gibi en az 3 kez şahsen kanıtladım ki o konaklamanın zaten bireysel alımlarda fiyatı 170-180 civarında. Direkt kar heseplamasını yapabileceğiniz ürünlerde bu sistem işe yarayabilir fakat özellikle konaklama, eğlence veya restoran tarzı fırsatlarda ilgili işletmeyi arayıp normal fiyatı teyit etmede yarar var.

30 Mart 2011 Çarşamba

malum kitap

Hadiseden haberi olmayan kalmadı. Gazeteci Ahmet Şık'ın henüz basılmamış '' imamın ordusu '' isimli, Fethullah Gülen'in emniyet içindeki teşkilatlanmasını anlatan kitabına el kondu, tüm kopyaları imha edildi ve elinde kitabın kopyaları olup da emniyete teslim etmeyenlerin ' terörist ' olarak yargılanacağı açıklandı. Geçtiğimiz aylarda da Hanefi Avcı'nın yine aynı teşkilatlamayı eleştiren kitabı nedeniyle tutuklandığını biliyoruz ( kitabın basılması engellenmemişti )

Ahmet Şık olayında kararın gerekçesi de Ergenekon terör örgütüyle bağlantılı bir şekilde hükümeti yıpratmaya yönelik haberler yapan Soner Yalçın ve ekibinin bilgisayarlarında bu kitaba rastlanması ve savcılık Soner Yalçın'ın da bu kitabın yazılmasına fikir olarak destek verdiği görüşünde.

Olayı başka bir boyuttan alalım: Kitap emniyetteki yozlaşmayı anlatıyor ve emniyet mensupları bu kitabı imha ediyor, gerçekten ilginç. Şahsi görüşüm, suçlu bir insan başka bir esere destek verse bile, bu o eseri suç nesnesi haline getirmemeli. Diyelim ki bir katil yakalanmadan önce gidip bir başka birisiyle ortak şirket kurdu, bu şirketin diğer ortağını da mı suçlu yapar? Hadi diyelim ki bu kitap gerçekten hükümeti yıpratmak amacıyla yazıldı, bunun neresi suç? Hadi diyelim ki bu bir suç, kitap basıldıktan sonra tazminat davası açarsanız olur biter.

En son askeri darbeler zamanında kitaplara el konup , kitaplar imha edilmişti ama o zaman bile basılmamış kitaplar imha edilmemişti. Benim şahsi görüşüm bu baskının ( ve yazıyı yazdığım sırada Zirve katliamı kapsamında Zekeriya Beyaz'ın da şu an yazmakta olduğu Fethullah Gülen ve Said-i Nursi'nin devletle ilişkilerini anlatan kitabın da kopyaları imha edilmiş ) emniyet ve devlet içindeki cemaat yapılanmasının yaptığı bir güç gösterisi olduğudur. Cemaat hakkında olumsuz bir araştırma veya kitap yayınlanmazsa, zihinlerde de olumsuz bir izlenim oluşmaz; Bunun en kestirme yolu da bu yayınların basımını engellemek. Belki şu an söz konusu bu 2 kitap da yayınlanacak ama ileride çoğu yazar bu tarz kitapları yazmadan önce 3 kez düşünecek!

Olayı şimdi tamamen başka bir noktaya çekmek istiyorum. Diyelim ki bu olay ülkemizde hiç yaşanmadı ve gazetenin uluslararası haberler kısmında şöyle bir haber okuyorsunuz : ' Afrika'nın bilmemne cumhuriyetinde polis teşkilatındaki dini teşkilatlanmayı anlatan yazar tutuklandı ve kitabı daha basılmadan imha edildi ve kitabın kopyalarını elinde bulundurup polise teslim etmeyen herkes terörist ilan edildi '. Herhalde Afrika'daki bir muz cumhuriyeti olduğu için çok şaşırmazsanız.

Özetlemem gerekirse, bir kitabın çıkış amacı daha baştan tek bir kişiyi ya da kurumu öznel ( subjektif ) olarak haksız yere eleştirmek olabilir; O kitaba o kurumun kötü duruma düşmesini isteyen başka kişiler de destek verebilir ama bu ülkede, bu kıtada, bu dünyada bir sürü kurumu eleştiren kitaplar, programlar yapıldı, gerekirse karşı taraf tekzip hakkını kullandı ama özet olarak o kitaplar basıldı. Kitap gerçekleri de yansıtıyor olabilir, çarpıtıyor da olabilir ama bence bu basın özgürlüğüne bir darbe vurmuştur.

28 Mart 2011 Pazartesi

behzat ç.

Ayrılsak da beraberiz ve Gülşen abi , hatta biraz da tatlı hayat'dan sonra ilk kez yayın saatinin gelmesini beklediğim bir dizi Behzat ç.. Arka Sokaklar gibi saçmasapan ortaokul müsameresi gibi bir diziden sonra ( zap yaparken yanlışlıkla denk gelsem bile beni rahatsız eden bir diziydi ) bu tarzda bir polisiye gerçekten çok iyi geldi, sonunda gerçek hayattaki polisi, savcıyı olduğu gibi gösteren, oyuncularının döktürdüğü bir dizi bu. Küfür eden , içki içen, kanunların dışına çıkan, pavyonlarda sabahlayan ama en önemlisi dürüst polislerin hikayesi.

Pazar akşamları spor programları bile 2. planda kaldı benim için, anlayın nasıl bir dizi.

27 Mart 2011 Pazar

theremin

Pazar sabahı  erken saatlerde TRT-2'de canlı yayınlanan bir sohbet programında ( evet pazar günü kargalar daha b.kunu yemeden trt-2 izleme manyaklığını yaptım ) denk geldim bu müzik aletine. Kabaca ve cahilce özetlemem gerekirse kendisine hiç dokunmadan ve elin hareketleriyle manyetik alan değiştirme mantığıyla çalınan bir müzik aleti bu.

Aletin 2 tarafında da birer çubuk var, sol el notayı sağ el ise sesin şiddetini ayarlıyor, aletin sesi kemana yakın olsa da genelde 3. sınıf uzay filmlerinin fon müziğine benziyor fakat özellikle kült olmuş şarkıları bu aletten dinlemek, hele büyü yapar gibi el hareketleriyle birleşince ortaya görsel ve işitsel bir şölen çıkıyor, buyrun linki:

http://www.youtube.com/watch?v=Ptq_N-gjEpI

25 Mart 2011 Cuma

hiper demokrasi

Basılmamış kitaptan da korkarlar , ders kitaplarında evrim teorisinden bahsedilmesinden de. Oyun yüzlerce yıldır aynı aslında : ' uyut, oyala , sorgulatma, arada da cukkayı götür ' . Eğer inandığın şeyler çok kuvvetliyse, zaten karşıt iddaalardan korkmaman gerek, ama durun bir dakika, o iddaaları yok etmek çürütmekten daha kolaydı değil mi?

23 Mart 2011 Çarşamba

monopoly

Adam resmen tüm dünya haritası üzerinden Monopoly oynuyor, internet üzerinden ufak bir araştırma yapınca son 2 senede Libya'ya tam 7 tane petrol yatırımı yaptığını ve kendi portföyü içinde en önemlileri haline geldiğini gördüm, çok iyi duyumlar mı alıyor yoksa tam olarak Ukrayna'da yaptığı gibi acaba bu ayaklanmanın altında da mı kendisi var, çözemedim!! Soros bu...

Bu arada yağla balla besledikleri Kaddafi'nin diktatör olduğunu aradan 40 yıl geçince ne hikmetse farkeden ama Yemen ve Sudan gibi ülkelerde nedense hiç insiyatif almayan NATO'nun tavrı da ilginç, son 2-3 gündür ' Libya'nın petrol zenginlikleri paylaşılmalı ' yönünde haberler medyaya da servis edilmeye başlandı hadi hayırlısı!!

kahpe kader

Her futbol maçı kendi hikayesini saniye saniye kendisi yazar, bir maçtan sonra oyuncuların performansının, teknik direktörün oyuncu değişikliklerinin veya hakemin kararlarının sonuca etkisini tartışmak çok bir şey ifade etmez benim için. İçinde bu kadar değişkeni barındıran, her hareketin ve kararın zincirleme olarak birbirine bağlı olduğu bir maçlarda '' şöyle olsaydı böyle olurdu '' demek havanda su dövmektir.

Galatasaray'ın UEFA kupasını kazandığı sene 3. golden önce Ergün ve Giunti ortada kalan topa hamle yapıyorlar ve top sağ kanatta golün ortasını yapacak Ümit Davala'ya geliyor, eğer o topu Giunti kazansaydı belki de Türk futbolunun tarihi farklı yazılacaktı, 2 tane Avrupa kupası gelmeyecekti, Fatih Terim İtalya'ya gitmeyecekti, Türk mili takımı da dünya 3.sü olmayacaktı, belki Aziz Yıldırım dünya yıldızlarını transfer etmeyecekti.

Aynı şekilde, 2003 senesinde Beşiktaş'ın şampiyon olduğu ve Ali Sami Yen'de Galatasaray'ı 1-0 yendiği maçta ( bkz. Lucescu'nun Terim'den intikamı ) eğer maç 0-0 devam ederken ikinci yarının başında hakem Kuddusi Müftüoğlu Hasan Şaş'a yapılan  bariz penaltıyı verseydi ve Galatasaray 1-0 öne geçseydi, Beşiktas kalan 30 dakikada 2 gol daha bulup liderliği eline geçirebilir miydi, yoksa Galatasaray maçı kazanıp puan farkını 5'e mi çıkarırdı ? Eğer Galatasaray o sene şampiyon olsaydı belki Terim uzun yıllar takımda kalacak ve bugünkü kötü duruma düşmeyecekti , ya da milli takımın başına geçmeyeceği için 2008'deki mucize Avrupa şampiyonası yarı finali gelmeyecekti.



Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında da hep böyle kader anları maçın öyküsünü yazıyor. 6 kasım 2002'deki 6-0'lık maçta, maç 2-0 iken ve Fenerbahçe 10 kişiyken eğer Arif Erdem karşı karşıya topu direğe nişanlamasa belki yıllarca Galatasaraylıların anlatacağı bir geri dönüş ve zafer yaşanacaktı, ve belki de Aziz Yıldırım 4. senesinde başkanlığı bırakacaktı.

Aynı şekilde bu sene ki maçta da durum 1-0 Galatasaray lehineyken, eğer hakem Baros'un Gökhan'dan topu çalıp gol atmasını faul diye kesmese veya Servet'in sayılmayan golünde Sevet 1 adım geriden çıksaydı belki de Hagi önümüzdeki sene de takımın başında olacaktı, birçok transfer de bu olaya göre şekillenecekti. Sonuç olarak, Fenerbahçe'nin son 10 seneki Galatasaray maçlarındaki hakimiyeti genelde kader anlarının hep Fenerbahçe'nin lehine sonuçlanmasıyla meydana çıktı, bir Galatasaraylı olarak bence bu durumdan kurtulmanın tek çaresi bizim de en azından bir maçta hiç top oynamadan bir şans topuyla maç kazanmamızdan geçiyor, bundan sonra en azından bizim futbolcuların zihnindeki '' olmayınca olmuyor kardeşim '' düşüncesi biraz dağılır ve sonraki Fenerbahçe maçlarına daha rahat çıkarlar.

Küçük bir espriyle bitireyim bu yazıyı : Duyduğuma göre yeni statta ilk Fenerbahçe maçını kazanmak için Galatasaray her sene yeni bir stat yapacakmış:)

EAC

17 Mart 2011 Perşembe

hayat arkadaşı

İbrahim Tatlıses ile ilgili haberlerde bu ifadeye tekrar rastladim : ' hayat arkadaşı ' !!. Muhabir haberini şöyle bitiriyordu : ' Sanatçının eski hayat arkadaşı Derya Tuna ziyaretçilerle tek tek ilgileniyordu '. Medyanın güzel türkçemize kazandırdığı kelimelerden birisidir bu, Orhan Gencebay - Sevim Emre , Ferdi Tayfur - Necla Nazır , Müslüm Gürses - Muhterem Nur da hayat arkadaşlığı yaşayan ünlülerdendir.

Bu terim pratikte resmi nikah yapmadan sadece imam nikahı ile birliktelik yaşayan, çocuk sahibi olan çiftler için kullanılıyor. Beni tanıyan tanır, örf-adet diye edilen şeylerin hep tersini savunmuşumdur, beraber yaşamak, çocuk sahibi olmak için evliliğe gerek yoktur, sadece bunlar için evlenmek saçmalıktır, ama bu arabeskçilerin durumunda medyanın takındığı tavırda da eğreti bir durum var, devamlı manşetten genç şarkıcıların oyuncuların birlikteliğini yarım ağızla eleştiren medya, güya halkın yaşam tarzını yansıttıklarını ve halkın içinden geldiğini iddaa ettiği bu arabeskçileri bu eleştiriden ayrı tutmak için bu terimi bulmuş gibi, ' hayat arkadaşı ' !

Benim burada eleştirdiğim kesinlikle bu arabaskçiler değil çünkü eleştirecek bir şey yok sadece medyanın ikiyüzlülüğü rahatsız ediyor.

Niye Muhterem Nur için Müslüm Gürses'in sevgilisi denmiyor da ' hayat arkadaşı ' deniyor ? Sanırım, sevgiili daha ahlaksız daha kısa süreli bir çağrışım yapıyor medyanın gözünde o yüzden ' hayat arkadaşlığı ' kurumunu icat ettiler.

16 Mart 2011 Çarşamba

padişahım çok yaşa

Sanırım bu coğrafyanın, bu toprakların gerçeği bu. Seçilerek meclise girseler bile, siyasetçilerimiz kendilerini tanrının bir lütfu olarak görüp, halka verdikleri hizmetleri bile sanki kendilerinin aciz kullarına bahşettiği bir şey olarak görüyorlar.

Taaaa İbrahim Tatlıses'ten konuyu buraya getireceğim aklıma gelmezdi ama bunları yazmamın nedeni Bülent Arınç'ın komada ve bilerek derin uykuda tutulan ve ziyaret ettiği Tatlıses için hastane kapısında çıkışta ettiği sözler beni mecbur etti, ilgili link aşağıda, 45. saniye ve civarına dikkat:

'' doktorlardan rica ettim, Tatlıses'in benim için uyandırılmamasını rica ettim '', vay be iyi ki böyle bir laf etmiş, yoksa Tatlıses '' sayın Arınç gelmiş '' diyerek önünü ilikleyip komadan kalkıp elini öpecekti!!!

http://www.dha.com.tr/dhavideogaleri.asp?vid=148441

28 Şubat 2011 Pazartesi

çanak-çömlek

Toplumsal bir akıl tutulması yaşıyoruz sanırım ve çok klişe olacak ama her toplum hakettiği şekilde yönetilirmiş. Kitap okuma düzeyinin yüzde 4'lerde dolaştığı bir ülkede başbakan bir sanat eserine ' ucube ' de der, arkeolojik kazılarda çıkan binlerce yıllık kalıntılara ' çanak-çömlek ' de der.

İSTANBUL - Başbakan Recep Tayyip, incelemelerde bulunarak, kara ve deniz bağlantısının gerçekleştirilmesi törenine katıldığı Marmaray projesinin yapımı sırasında ciddi engellerle karşılaştıklarını belirterek, ''Aslında Marmaray, 29 Ekim 2013'e kalmayacaktı, aslında Marmaray 2010'da bitirilecekti, bitebilirdi. Ne oldu da bitmedi söylemek zorundayım, çünkü bize gecikmek, ertelemek yakışmaz. Sürekli 'yok arkeolojik, yok çömlek çıktı, yok bilmem ne çıktı' bunlarla önümüze engeller konuldu. Aziz milletim bunlar insandan çok daha mı önemli? ''

24 Şubat 2011 Perşembe

boktan dünya

Genelde haberleri '' kopyala-yapıştır '' lamayı pek sevmem ama bu sefer başka. Günlük koşuşturmaların, basit sorunları büyütmenin içerisinde boğuşurken asıl mücadeleyi başkaları veriyor. Belki sıcacık alışveriş merkezinde istediğimiz ayakkabıyı bulamadık diye canımız sıkılıyor ama başkaları kuru ekmek uğruna ayaklarını kaybediyor.

Adı Muhammed Abdulrahim. 20’li yaşlarında. Bağcılar Devlet Hastanesi’nde 2. kattaki ortopedi servisinde kalıyor. Çat pat İngilizcesiyle ve el işaretleriyle odaya girenlere siyaha kesilmiş yara içindeki ayaklarının kesilip kesilmeyeceğini soruyor. Hastane yetkililerine göre “Kesilecek...” Muhammed kaç saat yürüdüğünü soranlara eliyle 13 yaparak yanıt veriyor.

Memleketi Myanmar’dan 6 bin km uzaktaki bir hastanede iki ayağının birden kesilmesini bekleyen Muhammed, daha iyi yaşam için yola çıkmıştı. Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidecekti ancak Edirne’de soğuktan donmak üzereyken 3 arkadaşıyla birlikte yakalandı. Diğer arkadaşları da aynı hastanede. Kimi eli, kimi de ayağı için ameliyat edilmeyi bekliyor. Azim Arsil, Muhammed gibi ortopedi servisinde. 2’sinin de soğuktan ayakları donmuş. Ağrı kesicilerin yanında ayaklarını soktukları batikonlu suda şifa bulmayı bekliyorlar.




İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) iddiasına göre 4 mülteci, hastaneye ilk getirildiklerinde hemen tedavi altına alınmadı. Kimlikleri olmadığı için polise teslim edilmek istendiler. Polis ise tedavi yapılmadan onları kabul edemeyeceğini söyledi. Hastanenin morg katındaki bir odada bekletilen mülteciler daha sonra servise çıkarıldı.

İHD’den Gönül Sonbahar Erdem, hastaneyi aradıklarını ve morga yakın bir odada tutulduklarını öğrendiğini söyledi. Erdem, hastane başhekiminin kendisine “Bu mültecileri buradan alıp bir otel gibi bir yere yerleştirirseniz sevinirm” şeklinde teklifte bulunduğunu iddia ederken Başhekim yardımcısı Dr. Halis Narin ise bu iddiaları reddetti, hastaların gelir gelmez tedaviye başlandığını, kendilerine kıyafet ve yiyecek temin edildiğini belirtti. Ancak Radikal’e konuşan bir hastahane görevlisi, ilk geldiklerinde mültecilerin alt katlarda, depo benzeri bir yerde tutulduklarını doğruladı. Bir hasta yakını da önceki gece Azim Arsil’in dizlerinin üzerinde sürünerek eksi 1’den ortopedi servisine geldiğini söyledi. Hastane yetkilileri, 4 gencin tedavinin ardından polise teslim edileceğini belirtti.

23 Şubat 2011 Çarşamba

türk dizileri

Türk dizilerinde son zamanlardaki duygu sömürüsü yapıp seyirciden reyting alma olayı tavan yaptı. Küçük çocukları ön plana çıkarıp seyircileri ağlatma, fakir insanların zenginlere özenip çaresizliklerine vurgu yapma, dizi karakterlerini haksızlığa uğratma vs.

Zaten uzun süredir çoğu reklamda ( özellikle Turkcell'in selocanları ) çocuk karakterlerin reklamın ana objesi yapılması canımı sıkıyordu, şimdi bir de dizilerde aynı saçmalık başladı. Şu sıralar çok izlenen '' öyle bir geçer zaman ki '' dizisine takmış durumdayım, üvey annesiyle yaşamak zorunda bırakılan çocuğa dayak attırdılar, sonra denizde neredeyse boğduruyorlardı, şimdi de iyice fakirleştirdikleri çocuğun eline çikolata verip mutluluğuna 10 dk zoom yapıyorlar. Senaristlerden artık ilerleyen bölümlerde Küçük Osman'a vahşice tecavüz, organ mafyasının eline düşme veya üvey annesinin uyguladığı işkence gibi sahneler bekliyorum.

Aşırı olmasa da amerikan, fransız ve kanada dizilerini takip ediyorum ve genelde insanların maddi durumları arasındaki farklardan hikaye çıkarma gibi bir duruma rastlamıyorum, dizileri izletme için seyircilere empati yaptırtmak, onları ekran karşısında kızartmak-bozartmak-utandırmak türk senaristlerin işine geliyor, bu yüzden hep zengin-fakir çatışmasının yaşandığı dizilere rastlıyoruz ve para üzerinden duygu sömürüsü artmış durumda. Özellikle cuma akşamları yayınlanan '' undercover kapıcı kızı Feriha'' bu işin nirvanasına ulaştı, sanki fakirlik utanılacak bir şeymiş gibi bir hava yaratıp bundan ekmek yemeleri eminim bir çok kişiyi rahatsız ediyordur.

20 Şubat 2011 Pazar

perhiz , lahana turşusu , kadayıf , hüsnü ve bir ödül

Yargı kendi hoşlarına gitmeyen bir karar verdiğinde,  yargı'ya yüklenen fakat kendi siyasi çıkarlarına uygun bir karar verdiğinde de '' olay yargı'ya intikal etmiştir, yorum yapmayalım '' gibi sözler edip çifte standart konusunda master yapan iktidar partisi artık sınırlarımızı aşıp çifte standartını uluslararası boyutlara taşıdı.

Ortadoğu'daki eşbaşkanlık görevi gereği Mısır'da Hüsnü Mübarek karşıtı bir tutum sergileyen, halkına zulüm uyguladığını iddaa ettiği ( ki bu gerçektir ) Mübarek'in iktidarı bırakması gerektiğini söyleyen Tayyip Erdoğan nedense kendi halkının üstüne ateş açan, ülkeyi tam anlamıyla çiftliği gibi yöneten ve en son göstericilere '' isyan eden intihar etmiş olur '' diye gözdağı veren Kaddafi hakkında tek bir söz bile etmiyor.

Bu arada nedense aklıma Libya ile AKP döneminde yapılan ticari anlaşmalar, meşhur damadın şirketi Çalık Holding'in inşaat şirketi GAP inşaat'ın Libya'da aldığı milyar dolarlık inşaat ihaleleri geliyor, ne alaka bunları yazmam!!!

Üstüne üstlük geçtğimiz kasım ayında Erdoğan'ın aldığı '' Kaddafi insan hakları ödülü '' de ayrı bir metafor, insan hakları ve Kaddafi!! Ben de her sene farklı uluslarararı şahsiyetlere sunulmak üzere bu ödüle benzeyen birkaç tane daha ödül öneriyorum:

Adolf Hitler barış ve kardeşlik ödülü

Emre Belözoğlu centilmenlik ödülü

Devlet Bahçeli uluslararası matematik ödülü


18 Şubat 2011 Cuma

bursa

Dağı var, denizi var, yeşili var , sanayisi var, İstanbul'a yakın, tarihi öğeler de barındırıyor ama ruhsuz,renksiz bir şehir Bursa.

Hayatım boyunca bir çok farklı şehirde yaşadım, neredeyse hepsini özledim ama Bursa hariç, sanki zorunluluktan yaşıyormuşuz burada ve bir gün temelli gideceğiz gibi hissediyorum Bursa'da.

Bir de bunlarım üstüne beni en çok rahatsız şey olan trafik sıkışıklığı İstanbul'u bile geride bırakacak seviyelere gelmişken, o ünlü yeşilini bırakın temiz hava soluyabileceğiniz yerlerin sayısı bile azalmışken ve yolda el ele yürüyen çiftlere bile '' cıkcık '' layan fanatiklerin sayısı her geçen gün artarken bu şehir kendini özlenebilir duruma getiremez.

Ayrıca içki ruhsatına sahip restoran-kafelerin sayısı İstanbul ve İzmir ile kıyaslarsak komik derecede az, bırakın restoranı bazen bira alacak tekel bayi bile bulmakta zorlanıyorsunuz, ha bir de başka hiç bir şehirde görmediğim bir şey var, ne zaman marketten bayiden içki alsam simsiyah torbalara koyuyorlar sanki utanılacak bir şey yapıyormuşuz gibi.

16 Şubat 2011 Çarşamba

neden deist oldum - bölüm 1...

Selçuk üniversitesi ilahiyat bölüm başkanı, evet evet yanlış duymadınız bir profesör, bir akademisyen, bir öğretmen bunu söyleyen!! Tecavüzün nedenleriyle ilgili bu muhteşem kişinin söyledikleri şöyle:

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker: "Sorunun odağında kadın var. Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz. Tahrikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değil."ntvmsnbc
Güncelleme: 10:21 TSİ 16 Şubat. 2011 Çarşamba

Yazarın notu

Daha en temelinden kadını erkeği tahrik eden, yoldan çıkaran 2 . sınıf bir vatandaş olarak gören bir zihniyetin yanından bile geçmem. Kendi sapıklıklarını , azgınlıklarını, vahşiliklerini, oyuncak bebekten bile tahrik olacak kadar gözü dönmüşlüklerinin nedenini başka yerlerde arayanlarla aynı havayı bile solumak zararlı.

Ayrıca '' yetmez ama evet '' diyenlere gelsin : Dekolte giymeyi tahrik olarak değerlendiren bu zihniyet, önce pantalon giymeyi, sonra makyaj yapmayı, en son da yavaş yavaş '' peçe takmamayı '' tahrik nedeni olarak sayarsa hiç şaşırmayın.

EAC

10 Şubat 2011 Perşembe

törkiş deyims

Geçen akşam haberlerde 2 farklı haberde de bu deyimi duyunca hakkında yazmak geldi içimden : '' verilmiş sadakamız varmış '' .

Kazadan kılpayı kurtulan kadın kameralara önceden verilmiş bir sadakası olduğunu söylüyordu, yani alınacak önlemler, kazadan kurtulmasını sağlayabilecek doğru zaman-doğru yer oranı veya aynı şeyin bir daha tekrarlanmaması için yapabileceği uyarılar veya sorumluları işaret etmesi söz konusu değil, buradaki anahtar nokta '' verilmiş sadaka '' , zaten Türkiye'de kaza-sağlık sigortasının hiç bir önemi yoktur ama mutlaka verilmiş sadakanız olması gerekiyor, kesinlikle sadakanızı zamanında verin ve arkanıza yaslanın. Aşağıdaki linkten de sadakanızın verilip verilmediğini sorgulayabilirsiniz:

http://www.verilmissadaka.org/

Yine ülkemizde çok kullanılan ama saçma bulduğum bir söz : '' geç olsun, güç olmasın '', eğer arzulanan bir şey zamanında gelmezde, neyleyim ben onu? Ayrıca bir lojistikçi olarak bu söz baştan bana ters :)

Bir de genelde yanlış kullanılan bir atasözü : '' ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz '', bu sözün aslı '' ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz '' dır, Bağdat'a varmak için zamanında Ane isminde bir uçurum kenarındaki geçitten geçmek gerektiğinden bu söz söylenmiştir, '' yar '' da zaten uçurum demektir, yani Ane gibi uçurum bulunmaz, Bağdat gibi de güzel bir şehir bulunmaz denmek istenmiştir, fakat Türkiye'de bu söz anne gibi yar olmaz olarak algılanıyor.

Çok bilen adam blogundan bildirdi :)

8 Şubat 2011 Salı

14 şubat

Bu sene Sevgililer Günü ile Miraç Kandili aynı güne denk geliyor, erkekler olarak 14 şubat'da evde kalıp para harcamamak için bir sebep daha.

4 Şubat 2011 Cuma

farklı milletiz

-         Türk işi hesap paylaşma : ‘ nolcak canım bir dahakinde de sen ödersin ‘ ( Bu esnada adisyonu kapmaya çalışan 4-5 tane el, kapan şanslı kişinin adisyonu elini 90 derece arkaya doğru kıvırıp sırtına doğru götürüp diğerlerinden uzak tutması gözlenir , eninde sonunda o adisyon paylaşılır fakat adisyonu kapan kişiye 3-4 kez ısrar edilir , o da yalandan rahatsız olmuş gibi yapıp hesabı paylaşır – büyük ihtimalle de cebinden önceden hazırladığı kendi payını çıkarır-!! )

-        Türk işi pazarlık : ‘ bunun oluru nedir ? ‘ ( Türkiye’de pazar fiyatı diye bir şey yoktur, sadece ‘’ olur fiyatı ‘’ vardır , formülü de etiket fiyatı * %75=olur fiyatı, hatta rivayete göre ünlü İngiliz ekonomist KEYNES ölmeden önce ‘’ piyasalardaki olur fiyatının reel ekonomiye etkisi ‘’ üzerine bir kitap üzerinde çalışıyormuş.

-         Türk işi kızlarla tanışma : Eğer altınızda yere yakın mümkünse 1990 öncesi içi mor neon ışıklarıyla dolu bir beyaz şahin’iniz yoksa ortalama bir türk erkeği gibi önce ava çıkmış kartal bakışlarıyla çevrede bir keşif gezisi, hedef olarak bir kızın seçilmesi, mümkünse 2-3 arkadaşınıza da alıp yarıçapı 30 metreyi geçmeyecek bir çember oluşturacak şekilde döne döne 5-6 tur atma, bu esnada kafayı hafif yana yatırıp dövecekmiş gibi hedef kişisine bakmak ( türk erkeği olarak asla profilden bakmayız ) ve bingo , reklamın iyisi-kötüsü olmaz prensibine dayanarak hedef kişisinin kafasında yer ettik, bundan sonraki adım 1-1 hücuma kalmış artık, büyük ihtimalle kız mahallede tek başına yürürken arkasından hızlı adımlarla yetişmek ve ‘’ tanışabilir miyiz ‘’ diye sormak.

-         Türk işi ikna etme tekniği : ‘ aaa bak and verdim vallah, yemezsen gücenirim ‘ ( çok geçerli bir yöntemdir , hatta hayatın her anına yayılmalıdır, düşünün ev almak için pazarlık yapıyorsunuz , siz ‘aaa bak and verdim 100.000’e satcan bu evi bana ‘, satıcı da  and verdiysen yapacak bir şey yok abla , hayırlı olsun

-         Bayılan insanlara türk işi ilk yardım : ‘ kolonya sür biraz, gel bileklerini de ovayım ‘ ya da ‘ su getirin çabuk su ‘ ( tıp müfredatına seneye kolonya ve su teknikleri de konacakmış ) 

-         Türk işi meteoroloji : ‘ hava çok soğuk ama bir kar yağsın kırılır ‘

-         Türk işi muhabbet açıcı söz :  ‘ ee daha daha nasılsınız ? ‘

-         Türk işi misafir uğurlama : ‘ bunu saymayız ‘ ( bunu bana ilk söyleyen ev sahibine ‘ o zaman bir 4 saat daha kalıyorum diyeceğim ‘ )

3 Şubat 2011 Perşembe

açılış bombardımanı

Ne hikmetse seçimler yaklaşırken başbakan'ın yaptığı açılışların sayısı da arttı! Devletin olanaklarıyla yaptığı açılışlara devletin uçağıyla gidip, muhalefete yüklenip parti propagandasını yapmasını geçtim, bir de yaptığı açılışların tamamen göz boyamaya yönelik olduğu gerçeği var. Geçtiğimiz senelerde yüzlerce henüz tamamlanmamış tesisi sıf o şehri ziyaret etmesi vesilesiyle açan veya açılışı takiben aradan yıllar geçmesine rağmen işlemeye başlamayan fabrikaları açan başbakan bu seçim döneminde işi iyice abarttı.

Geçtiğimiz hafta Ardahan'da tam 27 tesisin açılışını yapan başbakan'ın kestiği kurdelalar arasında ' alabalık deresinin kenarına duvar ' , ' Kura nehri kenarına taş dökümü ' , ' dereye 3 tane menfez ' , ' Türk Telekom binasının tamiri-badanası ' gibi über-süper tesisler var.

Benim de başbakana Bursa'ya geldiği zaman açılışını yapması için bazı önerilerim var:

- Evimize yeni takılan kombi'yi açması
- Mahalledeki kasabın yeni vitrini
- Şaypa'nın yenilenen manav reyonu ve yeni aldıkları 4 alışveriş arabası
- Meydandaki otobüs durağının tabelası

vıcık vıcık bir dil

Türkçedeki en abuk sabuk ifadelerden birisi bu. Rahmetli Bülent Ecevit'in dilimize soktuğu son günlerin moda tabiriyle '' ucube '' bir ifade:)

Mecliste koca koca milletvekillerinin , siyasi rakibi hakkında söverken araya '' sayın '' ı sıkıştırıp, '' sayın Ahmet Mehmet siz şöyle aşağılık bir adamsınız '', '' sayın İsmail bey sizin siz zaten ülkenizi bile satan aşağılık bir hırsızsınız '' sıkıştırması gerçekten beni çok rahatsız ediyor. Bir de sanki '' sayın '' ı başa koymasalar saygısızlık yapacaklarını düşünmesi , sanki bir '' sayın '' deyince bütün o benzetmeler, küfürler hafifliyormuş gibi, veya başa '' sayın '' ı koymazsak sanki muhatabımıza saygısızlık yapıyormuşuz gibi düşünmemiz.

Buradan kişisel olarak en gıcık olduğum adama gelsin '' sayın ... bey , sen kocaman bir ....... ....... ........ 'sun ''!

Bir de malum '' bayan '' var ki offfff bu konuya hiç girmek bile istemiyorum, süper milletim oturdu resmen '' bayan '' diye 3. bir cins icat etti. Kadın'a kadın demek bile ayıp oldu bu ülkede, bayan'ı kibarlıktan kullandıklarını sanan arkadaşların herhalde '' hanımefendi '' diye bir kelimeden haberleri yok. Erkek milli takımının karşılığı , bayan milli takımı oldu bu coğrafyada ( NTV spor'u ayrı tutuyorum ) , medya aklını kadının bacak arasına taktığı için '' kadın basketbol takımı '' demeyi yasakladı sanki , çünkü bu örümcek kafalılara sorarsanız kadın kadın olarak doğmaz, malum olaydan sonra kadın olur ( hoş türk kadınlarının hatırı sayılır bir kısmı bile kadın olarak hitap edilmekten rahatsız, çünkü kadın olmanın utanılacak bir şey olduğu, malum fizyolojik  nesneyi saklayabildiği kadar saklayıp kız olarak kalmanın bir erdem olduğu kafalarına sokuluyor ). Maalesef bu vıcık vıcık coğrafyada ' bekaret ' bu kadar tabu olarak kaldığı sürece kadın asla kadın olamaz.

Bu arada 'oscar goes to' geçen televizyonda gördüğüm bir hanımefendiye, çünkü '' ben bir bayan olarak '' diye başladığı cümleden sonra diyecek bir şey bırakmadı bana.

Kafa olarak ne kadar geriye gititğimizin kanıtı olarak da 70 sene önceden bir gazete küpürünü ekliyorum.

22 Ocak 2011 Cumartesi

hanedanlık-yağdanlık

Gazete veya televizyonlarda ne zaman bu tarz haberler görsem şaşırıyorum, yok '' Ali Koç yabanci dillere çok hakim, eğitimli bir beyefendi '' , yok ''  Mustafa Sabancı gerçekten çok girişimci bir işadamı '', '' Ümit Boyner türk kadınına örnek ve azimli bir işkadını '' , yok '' Rahmi Koç teknesiyle dünyayı gezdi, gurur duyalım ''.


Yahu katrilyonluk ailelerin eline doğan bu insanlar eğitimli ya da girişimci olmayacak da kim olacak? Dünyanın en iyi okullarında eğitim görme şansı yakalayan bu insanlar beyefendi-hanımefendi olmayacak da biz mi olalım! Tam teçhizatlı trilyonluk yatıyla ve onlarca mürettabayıtla bu beyefendi dünya turuna çıkmayacak da Bursaray metrosuyla ben mi çıkacağım!!!

Trilyonluk bütçelerle ve emrindeki insan ordusuyla yeni yatırımlar yapan bu insanlar , soyadının getirdiği avantajları kullanıp başarılı oldukları için daima önyargılı yaklaşırım ben, azimleri asıl takdir edilmesi gereken insanlar asgari ücretle kirasını ödeyip, çocuğunu okutmaya çalışan insanlardır.

Asıl övülmesi gereken adamlar bence tabiri caizse hayata 1-0 hatta 5-0 yenik başlayıp şu an iyi mevkilere gelmiş insanlardır, mesela Mehmet Şimşek. Batman'ın ücra bir köyünde doğan Mehmet Şimşek hep zor şartlarda devam edebildiği okullarıunı birincilikle bitirip, burs ile İngiltere'ye gidiyor , daha sonra yüksek lisansını dahi İngiltere'de tamamladıktan sonra ünlü yatırım bankalarında çalışıp en son Maliye bakanı oluyor, asıl başarı budur. Veya Tunceli'nin küçük bir ilçesinde doğan Kemal Kılıçdaroğlu da aynı Mehmet Şimşek gibi kendini yetiştirip zor şartlarda ve tam 6 kardeşiyle beraber okullarını birincilikle bitirip, SSK'nın başına kadar yükselmiş ve en sonunda da biraz da siyasi manevraylaé Atatürk'ün partisi CHP'nin başına geçen ilk kürt asıllı genel başkan olmuştur, yine geldiği yer ve biraz da etnik kimliği nedeniyle takdir edilecek bir örnek.

21 Ocak 2011 Cuma

gurur duydum


Önce haberi ' kopyala-yapıştır ' lıyım buraya:
'Spor Kulüplerinin Sorunları ve Sporda Şiddetin Önlenmesi' amacıyla oluşturulan Meclis Araştırma Komisyonu, sefere çıkıyor.
5'er vekilden oluşan iki heyet, İngiltere'de Arsenal ve Chelsea ile İspanya'da Real Madrid ve Barcelona'nın maçlarını seyredecek.Vekiller, Barcelona'lı Messi, Real Madrid'li Cristiano Ronaldo gibi yıldızları izleme imkanı bulacak.
KURADAN MAÇ ÇIKTI

16 kişilik komisyondan maça gidecek 10 isim kurayla belirlendi.
21 Ocak'ta Londra'ya gidecek ekip, Arsenal ve Chelsea'nın maçlarını 250 poundluk birinci mevkiden izleyecek.
Komisyon, holiganlara karşı İngiltere'nin aldığı önlemleri yerinde görecek. Holigana hapis cezası getiren ülkede resmi temaslar da planlandı. İngiliz İçişleri Bakanlığı'nın 'Sporda Şiddeti Önleme' bölümü de ziyaret edilecek.
İkinci heyet, 24 Ocak'ta İspanya'ya giderek Barcelona, Madrid, Malaga'da temaslarda bulunacak. Barcelona ve Real Madrid gibi takımların maçları izlenecek. İki kulüpten, Türk kulüplerinin mali sorunlarını aşması ve şiddetle mücadele gibi konularda fikir alınacak. Spor okulları, federasyon, Ulusal Meclisi ve üniversitelerle görüşmeler yapılacak. İki heyet dönüşte verileri raporlaştıracak

Şiddeti önlemek için dünyanın en popüler takımlarının maçlarını 1. mevkiden izleyecek ( ki hep taşkınlık yapanlar da o mevkide oturduğu için yerinde bir karar!!!) olan bu ekibe 2 tane öneride bulunmak istiyorum:

1-) Türkiye'deki fuhuş sorununu çözmek için, Moskova'ya bir heyet göndersinler, heyetteki vekiller fuhuşun en yoğun olduğu bölgelerde işin içindeki pazarlama uzmanlarıyla!!! görüşsünler, otellerde incelemede bulunsunlar ve ayrıntılı bir rapor yazsınlar

2-) Yine ülkemizdeki kumar sorununa parmak basmak için Las Vegas'a bir heyet gönderilsin, temsilciler en baba kumarhanelerde olayın psikolojisini iyice anlamak için bütçeden maksimum oyun çip'i alsınlar, sabaha kadar rulet-kollu makina vs. oynasınlar ve ayrıntılı bir rapor yazsınlar

Her ülkeye böyle fedakar vekiller dilerim.

20 Ocak 2011 Perşembe

arkadaşlar çalışıyor

8 yılı aşkın süredir iktidarda olan hükümete alternatif olabileceğini düşündüğümüz Kemal Bey'e ne zaman bir sorun hakkındaki düşüncesi sorulsa , verdiği yanıt aynı : ' arkadaşlar çalışıyor '. Sanırım iktidara geldiğinde de 7/24 çalışan şu malum arkadaşlar yönetecek ülkeyi!!

Biraz da süper vaatlerine takıldım Kemal Bey'in. Dediğine göre iktidara gelirlerse her ev kadınına 600 tl maaş bağlayacaklarmış, güzel de haftada 45+ saat ve sigortasız aynı paraya çalışan kadınlar o zaman evde otursa daha iyi değil mi?

' Bana Kemal bey demeyin ', ' Ona Recep bey diyin ' tarzı muhalefeti bırakıp , gerçekçi projelerini anlatmaya  başlamazsa, bu haziranda da CHP'ye hezimet gözüküyor.

kara elmas

Saatlerce ne kadar demokrat olduklarına ve '' kömür-mercimek demokrasisi '' gütmediklerine dair konuşabilirler, ambalaj iyi, hitap yeteneği süper, populizm desen dibine vurmuşlar ama satır araları hep asıl niyetlerini ele veriyor.Sessiz sedasız yasaya eklenen bir maddeyle, Türkiye Kömür İşletmesi, ihalesiz bir şekilde istediği kişiden, istediği fiyata kömür alabilecek. 8 yılda şimdiye kadar 10 milyon ton kömür dağıtan hükümet, bu sene de 2 milyon ton daha dağıtıp rekorunu kıracak. Bu sene gerçekten çok önemli , çünkü üstüste 3. seçimi kazanmak demek Tayyip Erdoğan'a cumhurbaşkanlığı yolunu açmak demek.

Ah şu satır araları, ambalaj olarak yok kadın hakları , yok darbeciler yargılancak derken öyle kritik maddeler yutturuldu ki, ah şu satır araları...

18 Ocak 2011 Salı

klişe 3. sayfa haberleri

Artık gına getiren bazı türk medyası klişeleri ( en çok da sabah gazetesi ve ATV’de rastlamaya başladım bu haberlere)

Alkollü şöför kaza yaptı : 2 ölü, 1 yaralı
ODTÜ’lü genç motosikletiyle bariyerlere çarptı : bilmem kaç ölü
Genç mühendis atla ilişkiye girerken yakalandı : at sahibine teslim edildi falan filan…

Bir kez de şu gazetelerde ‘’ Yeşilaycı şöför kaza yaptı ‘’ , ‘’ hayatında ağzına içki sürmeyen mümin otobüste fortlarken yakalandı ‘’ , ‘’ tapu kadastro memuru camdan düştü, kafasından pekmezi aktı  ‘’ ‘’ kaza yapan araçta bulunan süt şişeleri dikkat çekti ‘’ blabla tarzı haberler niye yok kardeşim ?

Devamlı tek kelimeyle saçma sapan dikkat çekme, haberin içeriği sıradan da olsa okutma ve sonunda ‘ tıklama ‘ başına reyting alma çabaları. Kaza yapan birinin arabasında bira şişeleri bulunması neyi değiştirir ? Belki önceki gece içti ve boş bira şişelerini atmadı veya bariyerlere çarpan gencin ODTÜ’lü olması çok mu önemli? Zonguldak Karaelmas üniversitesi öğrencileri hiç kaza yapmıyor mu bu ülkede? ODTÜ’lü vurgusunun amacı nedir ?

Yazıyı Milliyet gazetesinin benzer bir haberiyle bitiriyorum, buyurun buradan yakın ( sanki herhangi biri ata tecavüz etse normal karşılayacaklar! )

MAKİNE MÜHENDİSİ ATA TECAVÜZ EDERKEN YAKALANDI


17 Ocak 2011 Pazartesi

türk işi demokrasi

'' ananı da al git '' der, demokrasi...
Beğenmeme hakkına sahip olduğu sanat eserine hakaret eder, demokrasi...
Çok içenleri tasvir etmek için '' aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar '' der, demokrasi...
Fakat, statta insanlar '' yuh '' çekince, terbiyesizlik...



Bir de spora siyaseti karıştırmama temennileri var tabii:

Basketbol federasyonu başkanı basket sahasının ortasında '' inşallah referandumda da hayır '' çıkacak der, tısss...
2002'den önce 3. ligde bile olmayan Kasımpaşa şimdi süper ligde oynar ve stadı yenilenir (neredeyse mahallenin nüfusundan daha fazla seyirci kapasiteli ), tısss...
Diyarbakır mitinginde Hakan Şükür ve Suat Kaya AKP atkılarıyla sahneye çıkarılıyor, tısss...
Yumurtacı eski bakan Yılmaz Büyükerşen'i devirmek amacıyla, sanki kendi cebinden veriyormuş gibi Eskişehir'e oyuncu transfer ettiriyor, tısss...
Gökçek hanedanı önce Ankaraspor'a sonra Ankaragücü'ne el atar, tısss..
Fakat, stat açılışında insanlar yuhlamaya başlayınca , '' spora siyaseti karıştırmayalım ''....

turkish demokrasi dedikleri bu herhalde...

yuh

Cumartesi akşamı Türk Telekom Arena ( TT Arena diye kısaltan insanların TT'yi '' ti ti '' okumasını da anlayamıyorum, okumayı İngiltere'de mi söktük hepimiz? ) 'da yaşanan ve ülkenin gündemine oturan yuhalama hadisesi hakkında 4 adet yorum, buyurun buradan yakın:

1-) Öncelikle şu linke bir göz atın : http://www.youtube.com/watch?v=srwiWQEQTRU
TOKİ başkanı Erdoğan Bayraktar'ın yaptığı akılalmaz ve kışkırtıcı saçma sapan bir konuşma, hayatımda böyle bir açılış-kutlama konuşması görmedim, sanki konuşma metinlerini karıştırmış gibi, can alıcı kısımlarının yazılı hali de şöyle:

'' Galatasaray Yönetimi Ali Sami Yen ile ilgili kiracılık yükümlülüklerini yerine getiremezken bize geldi. Hem Ali Sami Yen’de hem de burada yükümlülüklerini yerine getiremedi. Özhan Canaydın’ın karşımıza gelip naif ve sessiz sedasız duruşu dün gibi aklımda’ ; '' Fenerbahçe’ye de Ataşehir’de kapalı spor salonu yapıyoruz’'

Rahmetli bir insanın arkasından kounşmasını geçtim, eski merhum başkan hakkında '' ezik duruyordu '' iması içeren saçma sapan bir giriş, araya ezeli rakibi karıştırma ve daha niceleri, diyecek söz bulamıyorum.

Düşünün , diyelim ki Barcelona yeni stad yapıyor ve İspanya'nın TOKİ'si ( biz TOKELLA diyelim ) bu inşaatı üstleniyor, daha sonra stad açılıiı için TOKELLA'nın başkanı stada geliyor ve '' Barcelona eski stadında kirasını bile ödeyemiyordu, eski başkan Laporta'nın naif ve masum duruşu da hala gözümün önünde, ayrıca Real Madrid'e de spor salonu yapacağız '' diye bir konuşma yapıyor, sizce o adam yuhalanmız mı? Kan alırlar, kan...

Bu 1 numaralı açıklama, tamamen '' Galatasaray taraftarı nankörlük edip başbakanı eleştirdi '' diyenlere gelsin ( Kral tv istek şarkı yazısı gibi oldu ).

2-) Velev ki başbakan yuhalandı ( bu '' velev ki '' sözünü de başbakandan öğrenmiştim, kaderin cilvesi ) , dünyanın her yerinde siyasiler yuhalanır ve hiç bir yerde sesini çıkarmasına izin verilmeyen halk nerede iktidar hakkında tepkilerini ortaya koyabilir başka ?

3-) Halkın vergileriyle yapılan bir stad ve başbakan tam bir padişah edasıyla '' Galatasaray ile hala anlaşma yapılmadı, bir allah'ın kuruşu katkı yapmadılar '' diyor, diyelim ki ''tek adam '' olarak Erdoğan yaptırttı stadı! fakat benim bildiğim etik olarak ve adab-ı muaşeret olarak bir insan verdiği hediye ya da lütfu hediye verdiği kişinin yüzüne vurmamalı, allah allah!!!

Ama bu iktidar, halkın vergileriyle kömür-mercimek ile yardım yapıp karşılığında oyları almaya alışmışlar, şimdi yine vergilerle böyle bir stad karşılığında sanırım 40.000 kişinin sevgi gösterisi yapmalarını bekliyorlardı, oh ne ala, vergileri akıt karşılığında itibar-oy-tezahürat vs.

4-) '' Galatasaray bir allah'ın kuruşu yardım etmedi '' lafı da kafamı kurcaladı, benim bildiğim Galatasar Ali Sami Yen stadındaki 40 küsur senelik kuulanım hakkından vazgeçti, TOKİ stad karşılığında Ali Sami Yen'in arsasını pazarlıyacak ve hatırladığım kadarıyla ikisi birbirini götürüyordu.

Bonus : O yuhalanmalar sayesinde uzun zaman sonra ilk kez Galatasaraylı olmaktan gurur duydum fakat Adnan Polat'ın Galatasaray adına herkesten özür dilemesi ve yuhalayanları tespit edeceğiz demesi de ( Yuhalamanın nesi suç , sen nasıl tespit edip bu insanların stada girişini engellersin ) beni çok utandırdı.


12 Ocak 2011 Çarşamba

zilliyet

Türkiye'nin en köklü gazetelerinden birinin internet sitesinde tamamen '' bulvar '' gazetesi mantığıyla haberler yayımlaması gerçekten düşündürücü. Her gün yaptıkları basit gramer ve dilbilgisi hatalarını geçtim, bir de üstüne yabancı forum sitelerindeki saçma sapan şaka ya da '' fake '' haberleri ''son dakika'' gelişmeleri olarak yayımlamaları '' yok artık '' dedirtiyor.



2 tane taze örnek aşağıda, 1. linkte '' istifasını verip rezil etti '' başlığıyla bir haber, güya Amerika'da tacizlerden bıkan yabancı bir çalışan bir fotoğraf kolajı yapıp patronunu rezil ediyor ve herkesin önünde istifa ediyor, haber yayımlandıktan hemen sonra haberin kurmaca ve şaka olduğu açıklanıyor ama ne gam!! Milliyet'in acar internet sitesi çalışanları bu haberi '' son dakika '' olarak gazeteye koyuyorlar.

2. linkte de '' süpermarketteki inanılmaz olay '' ile ilgili bir haber, güya ABD'de bir markette kasiyer yanlışlıkla göğüslerini de tartıya koyuyor ve müşteri 5 sterlin fazla veriyor. ABD'nın bu eyaletinde herhalde sterlin kullanılmaya başlandı ve bizim haberimiz yok!! Tartıda 5 sterlin gelen göğüsler de ayrı bir araştırma konusu olabilir bu arada.

http://www.milliyet.com.tr/istifasini-verip-rezil-etti-/yasam/haberdetay/12.08.2010/1275400/default.htm
http://www.milliyet.com.tr/supermarkette-akil-almaz-olay-/dunya/sondakika/10.11.2010/1312335/default.htm

11 Ocak 2011 Salı

burada gülmemiz mi gerekiyordu ?

http://antoniobenerrivo.blogspot.com/2011/01/karabuk-uyuma-emenikeye-sahip-ck.html 'dan alıntıdır:

Aşağıda linki var. Ceyhun Yılmaz, Okan Bayülgen’in programına konuk olmuş. Ekranda Ceyhun Y’nin Kardemir Karabüksporlu Emenike’yi konuk ettiği programın görüntüleri. Tam o sırada Okan B. son dönemde klasikleşen küstahlıklarından birini yapıyor: “Bu nedir hocam? Tekneyle gelen arkadaşlardan mı?”


Lafı evelemeye gevelemeye gerek yok: Okan B., televizyon kariyerinin en utanılacak programına imza atmıştır ve en kısa sürede Emenike’den ve ‘tekneyle gelenler’ diye aşağıladığı insanlardan özür dilemelidir (yetmez ama evet). Sadece derisinin rengi nedeniyle Emenike’yle dalga geçmesinin, kendisine ‘bu’ diye hitap etmesinin her hangi bir bahanesi olamaz. İnsan ticareti sadece Türkiye'nin değil tüm dünyanın içini burkan sarsıcı hikayelerle dolu bir meseledir. Bir TV şovuna malzeme edilemeyecek kadar üstünde hassasiyet gösterilmesi gereklidir

http://www.ajansspor.com/video/v/20110110/emenike_icin_sok_sozler.html#yorumlaroku

10 Ocak 2011 Pazartesi

4. murat

Tayyip Erdoğan hamdolsun içki tüketimini caydırmak için önlem üstüne önlem aluıyor fakat ben Tayyip'i ekranda görünce kederimden bir 70'lik açmak geliyor içimden, tam bir paradoks.


AKP iktidara gelmeden önce yüzde 18 olan normal KDV'ye birden ÖTV eklendi ve toplam vergi oranı %63'e çıktı, ardından da bir şişe şarabın maktuh vergisini 1.30 tl'den 2.44 tl'ye çıktı. Zaten bireysel tüketimi caydırmaya çalıştıkarını biliyorduk ama şimdi turizm bölgelerine de el atmışlar.

Yeni yasa tasarısına göre artık denize nazır restoranlarda ve kır düğünlerinde de içki içilemeyecek, anlayacağınız yavaş yavaş bir mahalle baskısı geliyor, yakın gelecekte çoğu restoran denetimler ve baskılardan bunalıp sadece alkolsüz servise başlayacak.

Mazlum'u getirin bana, Mazlummm!!

Türk spor gazeteciliği tipi sallama haberlerinden biri daha, şimdiye kadar gördüklerimden yaratıcılıkta ilk 3 'e girer , haberde yazana göre dünyada istediği oyuncuyu alabilecek güçte Real Madrid'in antrenörü Mourinho soyunma odasında '' bana beşiktaş'lı Almedia'yı getirin ulan '' diye bağırıyormuş, hatta 35 milyon Euro'ya aldıkları Benzema ile takas etmek istiyormuş.

Uğruna soyunma odasının koridorlarını inlettiği adamın bonservis değerinin sadece 5-6 milyon euro olduğunu ( Di Maria gibi bir balona bile 25 milyon euro verdi Real Madrid ) ve Almedia'nın yıllardır çok kolay şekilde alınabilecek pozisyonda olmasını ( Mourinho'nun memleketlisi ve Real Madrid'de oynama faktörü ) bir kenara bırakıyorum, haberdeki Mourinho'nun ağzından çıktığı iddia edilen Türk tipi tepki ifadeleri beni benden aldı.

'' Tüm yük Ronaldo'nun omuzlarında, yetti artık , artık görsünler '' tipi ifadeler artı '' sıf yönetimi gıcık etmek için başkanın çok sevdiği Benzema'yı oyundan aldı '' gibi bir ifade gerçekten eşsiz.

10 puan Milliyet Spor'a gidiyor ve Samuel Eto'o'ya zamanında Fenerbahçe forması giydiren Fotomaç'ın bir resmiyle yazıyı bitiriyorum.

mitch

Daha anlatacak çok şeyi varken erken yaşta göçüp giden en sevdiğim stand-upçı Mitch Hedberg ' ün en sevdiğim laflarını aşağıya yazıyorum ( Türkçeye çevirince bir b.ka benzemiyor o yüzden ingilizce )

* My lucky number is four billion. That doesn't come in real handy when you're gambling .  "Come on four billion!... Fuck! Seven. Not even close ''

* One time, this guy handed me a picture of him, he said,"Here's a picture of me when I was younger." Every picture is of you when you were younger. "Here's a picture of me when I'm older." "You son-of-a-bitch! How'd you pull that off?

* Sometimes I wave to people I don't know. It's very dangerous to wave to someone you don't know because, what if they don't have a hand? They'll think you're cocky. "Look what I got motherfucker ''

* My fake plants died because I did not pretend to water them.

* I'd like to make a vending machine that sells vending machines. It'd have to be real fuckin' big!

yaratıcı bir uygulama

Herkesi kendi gençliklerinde yaptıkları gibi '' karsi cinse sadece saldirarak, taciz ederek, dokundururak!!! yaklasan insanlardan ibaret sananların alacağı bir karar bu , suç bunlarda değil, bunları tanrının yarattığı 2 cinsten birinden hep kaçırtarak yetiştiren anne-babalarında ve çevrelerinde.

Mersin'deki Nevit Kodallı Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi'nde erkek ve kız öğrencilerin birbirlerine 45 santimden fazla yaklaşmaları yasaklandı. Okulda yemekhaneler ayrıldı, sıraların önüne etek giyen kız öğrenciler için ek tahta yapıldı.

MERSİN - Mersin’de bulunan Nevit Kodallı Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi,  diğer okullardan farklı bir uygulamaya ev sahipliği yapıyor.
Okul Müdürü İbrahim Tol, erkek ve kız öğrencilerin birbirlerine en fazla 45 santim yaklaşabileceklerini duyurdu.
Geçtiğimiz yıl Eylül ayından bu yana devam eden '45 cm kuralı'na göre okulda yemekhaneler bile ayrıldı, sıraların önüne etek giyen kız öğrenciler için ek tahta yapıldı.
Uygulamaya öğrenciler ve veliler isyan ederken, okul müdürü odasından dışarı çıkmamayı tercih etti.
Protesto gösterisi sürerken okula gelen Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürü İhsan Dağ da velilerin sorularını yanıtsız bıraktı.

kim tutar seni

Başbakanımız muhteşem CV'sine yeni bir halka daha ilave etti ve artık görünüşe göre sanat eleştirmenliğine de el attı . Benim önerim '' yok böyle dans '' yarışmasındaki çiftlere de direkt kendisi puan versin ya da güzellik yarışması jurisinde Hıncal Uluç ile yan yana otursun.

Kibariye'nin Recep Tayyip Erdoğan'a yaptığı haklı övgüyü verip aşağıdaki yazıyı aktarayım : '' Çok yakışıklı bir adamsın. Çok güzel bir adamsın. Çok güzel konuşuyorsun. Helali hoş olsun. Üstüne tanımam anacım ''.

İSTANBUL - Kars'ta toplu açılış töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu tarafından yaptırılan 'İnsanlık Anıtı'na tepki gösterdi.
Erdoğan, "Hasan Harakani'nin türbesinin yanına bir ucube koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkârane eserlerin olduğu yerde böyle bir şey olması düşünülemez. Konuyla ilgili olarak belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz. O bölgeyi de gayet güzel bir park haline belediye getirecektir.'' diye konuştu.
Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu'nun girişimleriyle ünlü heykeltraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan 'İnsanlık Anıtı' 2009 yılında Üçler Mahallesi’ndeki tepeye dikildi.

Bu arada bu olayda asıl kızılması gereken olay, başbakan'ın bir sanat eserini eleştirmesi değil, direkt '' ucube '' demesi ve bundan kendine vazife çıkaran belediye başkanının da eseri yıkma kararı aldırmasıdır. Bu eserin bölgedeki bir '' türbe ''nin önünü kapattığını da hatırlatayım, birisi inanç sömürüsü mü demişti? öhmm-öhmmm ...

7 Ocak 2011 Cuma

durmak yok yola devam

''Yetmez ama evet'' çilere bu konu hakkındaki düşüncelerini sormak lazım ( yetmez ama evet'i de hiç bir zaman anlayamadım, niye yetmiyor kardeşim parlamentoda çoğunluğa sahipsin , yettir işte ), neyse konuyu dağıtmadan yeni bir kanun tasarısını kopyala-yapıştır marifetiyle aşağıya koyuyorum:


RTÜK yasa tasarısının 1. bölümü kabul edildi TBMM Genel Kurulu'nda, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun Tasarısı'nın birinci bölümü kabul edildi. Tasarıda başbakan veya görevlendireceği bakan, geçici yayın yasağı getirebilecek.

Romalıların insanlığa yaptığı en büyük kötülük

Bir önceki postta Mr. Lewin'in MIT'de dersi ' çorap üstüne sandalet ' şeklinde anlatması üzerine ufak bir araştırma yaptım ve görünüşe göre tarihte bu abidik-gubidik modayı ilk yaratan romalılarmış.

Bir kazı çalışması sırasında bulunan 2.000 yıllık bir sandalda bulunan tırnak arası pas-kir karışımı maddeye istinaden bu kanıya varılmış. Bu arada kazı çalışmasında yer alan bir arkeolog'un açıklamaları da tam komedi:

'' Romalılar dünyayı şekillendirmiş olabilirler ama pek stil sahibi değillermiş, maalesef çocuklarını utandıran tüm babalara ilham vermişler '' .

Konu açılmışken, eski Romalılar acaba ülkemize gelen alman turistlerin atası olabilir mi!! :):)

Urfa'ya Oxford geldi

İnternet aleminde beni en çok heyecanlandıran 2-3 siteden birisi ( heyecanlandıran website'si derken bekarken girdiğim bazı siteleri kastetmiyorum !! ) diyebilirim http://www.academicearth.org/ için. Dünyanın en iyi üniversitelerindeki profesörlerin neredeyse tüm derslerini kayıt olmadan-ücret ödemeden izleyebileceğiniz bir site, müthiş bir bilgi kaynağı. 2. sınıf bir gazete başlığı gibi olacak ama bu ünlü üniversitelere gitmenize gerek kalmadan oturduğunuz yerden dersleri takip etmenizi sağlayan bir site.

Ben MIT'ın fizik profesörü Walter Lewin'in derslerine kafayı taktım, çok derinlemesine anlamasam da uyguladığı metotlar, öğrencilerin ilgisini hep canlı tutması ( MIT'de pek gerek kalmıyor aslında ) ve fiziği sokak diliyle anlatması muazzam. Bu arada sömestr'in ilk dersinde anlattığı '' measurements of space and time '' dersinde çorap üstüne sandalet giymesi de ilgimi çekti, herhalde bizim üniversitelerde yapsa hakkında disiplin soruşturması açılırdı.

6 Ocak 2011 Perşembe

'' Alem'in kralı '' cimbomda

Bu transferin 2 açıklaması olabilir: Ya Kazım Kazım '' Anadolu yakasındaki barlardan sıkıldım, bir de Avrupa yakasını deniyeyim dedi '' ya da Adnan brothers Aziz Yıldırım tarafından hipnotize edildi.

Kazım Kazım burada eleştirilecek bir konumda değil, Bilgin Gökberk'in dediği gibi babası Honalulu adasından, annesi KKTCden olan ve İngiltere'de siyahi olarak büyüyen bir adam , Türkiye'de futbol oynarsa ondan tabiiki de çılgın hareketler beklerseniz, burada asıl kızılması gerekn bu adamı Galatasaray'ın kapısından sokanlardır.

Serdar Özkan, Gökhan Zan ve Kazım'dan sonra Selçuk Şahin'i de alırlarsa kare ası tamamlamış olacaklar. Şaka bir yana her takımın dibe vurduğu bir dönem vardır ve Galatasaray da bunu yaşıyor, zaten bu Mart ayında seçim olmadığı için ( araştırınız : seçim dönemlerindeki büyük takım transferleri ) fazla bir transfer beklememek gerekirdi ama bu kadar dinamit niyetine adam beklemiyordum.

Türk Telekom Arena'da asist Serdar Özkan'dan , ilk gol Kazım Kazım'dan.

Şişko Güliver

'Geçen gün Muzo ve Ertekin ile bizim Mehmet'in bebek'te açtığı harikulade restaurantta tatlılarımızı da bitirdikten sonra '' hadi kalkın bizim şu Selami'nin açtığı muhteşem alışveriş merkezindeki şu müthiş sinema salonuna gidelim '' dedim ' diye Hıncal Uluçvari bir sinema eleştirisine başlamak isterdim ama ı-ıh tarzım değil.

Birkaç ay önce sinemada sıradan bir filmin arasında gelecek filmlerin tanıtımı esnasında Jack Black'i New York'taki tipik bir metropolitan çalışma hayatının içinde '' loser '' olarak tasvir edildiği bir rolde görünce '' işte yine sıradan bir hollywood komedisi '' daha demiştim ki ta ki kahramanımızın çooooook uzaklarda bir adaya düşüp , binlerce parmak büyüklüğündeki insancık tarafından kuşatıldığını görene kadar '' bingo! '', işte yıllardır sinemada görmek istediğim film: '' Güliver'in gezileri ''.

Çocukluğumda '' Lorel ve Hardy '' ile birlikte en zevk alarak okuduğum diğer kitap da beyaz perdedeydi artık , en büyük 3 hayalimden biri gerçekleşti ( diğer ikisi fenerbahçe'nin küme düşmesi ve kendi ülkemin kralı olmak ! ).

Filmin kendisine dönersek, dün akşam sinemada izledim ve Güliver'in hayranı olduğum için objektif olamayacağım, bu filmin bir de DVD'sini alıp defalarca izleyeceğim. Yine de tarafsız bir gözle, çok da iz bırakacak bir film değil. Öncelikle uzmanlık alanı animasyon filmleri olan Rob Letterman'ın bu filme çok uymadığını söylemek gerekiyor, sanki etli-butlu bir cast ile çalışmaya alışamadığı için hala bu filmden bir animasyon çıkarmaya çalışmış gibi duruyordu. Halihazırda müthiş bir kurguya sahip olmasına rağmen filmin senaryosu ve replikler de zayıftı, hele filmin senaristinin Shrek gibi kült bir filmin senaristi olduğunu düşünürsek daha da şaşırdım.

Filmin olumlu yanlarına gelirsek , kıyafet seçimi, müzikler ve görsel efektler kalbur üstüydü ; Konunun kendisi zaten müthişti ve Jack Black gibi bir '' halk kahramanı '' na sahipti.

Biraz spoiler içermesine rağmen , özellikle devler ülkesindeki küçük kızın ' doll house ' una hapsolduğu sahnedeki espriler enfesti  fakat devler ülkesindeki sahneleri neden bu kadar kısa tutmuşlar anlayamadım ( sanırım 2. filme sakladılar ).

Bu arada film sadece 3 boyutlu olarak izlenebiliyor ( bütün sinema salonları 3 boyutlu filmler için 3-4 lira ekstra ücret talep ediyor ) ki bu da bence filmin bir eksi yönüydü çünkü bu filmde 3 boyutlu olarak sunulacak fazla bir şey yoktu ( filmi izleyince 3 boyut olayının biraz zorlama olduğunu anlaycaksınız )

Bir Atilla Dorsay edasıyla filme puan vermem gerekirse, buyrun buradan yakın:

Cast seçimi - oyunculuk performansı : 7/10
Senaryo : 4/10
Kurgu : 9/10 ( bunu kitaba borçlu )
Müzik-kostüm-efektler : 7/10

Kıssadan hisse : Her hafta sinemaya giden bir insansanız , bu filmi de izleyin derim, ama öyle ahım-şahım, mutlaka ilk tercih olarak izlenmesi gereken bir film değil , klasik bir Rıdvan Dilmen repliği ile '' ama bir Alex değil tabii '' :) Elde un var, yumurta var, şeker var ama ekip sıradan bir helva çıkarmış ( oooo benzetmelere devam ).

Eacansev